23 Aralık 2007

KISA KISA

* Kabadayı filmini görün illa ! Zaten Yavuz Turgul'un filmleri güzel olur, zaten Şener Şen müthiş oyuncu, zaten senaryo güzel, zaten Ömer Vargı iyi yönetmen tamam öyle pek tabi. Ama Kenan İmirzalıoğlu bir başka güzel, bir başka müthiş oyuncu. Jilet gibi takım elbiseleri, gömlekleri, su gibi adam, gayet gıcık piskopat bir tipi canlandırıyor adı da Devran ama döktürüyor yani, seyretmeye doyamadım. Kendisi Yıldız Teknik Matematik bölümü mezunuymuş biliyormuydunuz. Bir sürü dizide oynadı, evvelki filmleri de iyiydi, zaten herkes hayran falandı, duyuyordum ama ben hiç ilgilenmemiştim. Ama burada bayıldım. Diğer oyuncular da, Şener Şen'in takım arkadaşları da, çekilen yerler de pek güzel olmuş, konusu da ismine aykırı, AŞK üzerine, ama ne aşk, kaç yönden, kaç çeşit. Bir hayat uğruna, bir kız uğruna.....
* Abed Azrie'nin "Suerte" live CD sini alın dinleyin. Arap bir şarkıcı, İspanyol Serge Guirao ile beraber çalıp söylüyorlar. Batı ve doğu sazlar karışık, kanun ve viyolonsel, akordion ve darbuka bir arada mesela, ama ne müzikler ne sesler, ne ritm ne melodi bayılırsınız. Belki 2-3 sene önce almıştım, uzun zamandır dinlemiyordum bu tatilde yeniden keşfettim mest oldum, bana iyi geldi.
* 2008 de eski moda ilişkiler geri dönüyormuş, müjdeler olsun ! Romantizm, uzun süreli ilişkiler, sevgili, saygılı, öyle ondan ona zıplamak yok, sırtını güçlü ama şefkatli bir erkeğe dayamak isteyen kadınlar, iki tarafın da birbirini anlamaya eğimli olacağı tarz ilişkiler. Çok şükür, bize de bir tane düşer belki.
* Aşkım Nur Yengi " Aşk Şarkıları 1999-2006" ve Duman "En güzel günüm gecem" eski şarkılarının enn güzellerinden seçmeler yapıp yeni CD ler çıkarmışlar, almalıyız hemen.
* Yeni Maria Callas olarak sunulan "Anna Netrebko" yu keşfetmeliyim. Dinleyen varmı ??

22 Aralık günü "Dünya Orgazm günü" ydü, haberiniz oldumu ? Huzur ve barış için bütün dünya aynı anda (saat farkları var ama olsun) ahh, ohh sesleri eşliğinde mutluluk saçtı kainata. Bu memnun mesut duygular, pozitif esintiler, kendini iyi hissetme, rahatlama, mutluluk vibrasyonları bütün evrende dolaştı, mutsuzlara, negatiflere, savaşa, teröre panzehir oldu. İnşallah bir an bile olsa.....

MANZARA



Şöyle sabah geç kalkıp, mahmurluğu üzerinden atıp, çayını veya kahveni alıp gazeteyi önüne çekip gözlükleri taktınmı pencerenin kenarına ilişmek ne güzeldir. Hele dışarıda güneş varsa, kuşlar dallara, çatılara konup kalkıyorsa, hava çok serin ama temiz net bir hava, bayağı ayaz ama olsun camı açıp havalandıralım. Benim enn keyifli saatlerim sabah kahvaltı eşliğinde veya sonrasında gazeteye gömülmek. Şimdi evim parka bakıyorya, pencereden balkondan görünen manzaralar bunlar işte.

Karşı evlerin çatılarına martılar konuyor, konuşuyorlar, yiyecek arıyorlar, sonra hepsi birden havalanıyorlar, arada kargalar geliyor, havada birbirlerine rastlıyorlar, ağaçların dallarına konup öyle bekliyorlar, düşünüyorlar, sonra bir ses oluyor jet gibi havalanıp kaçıyorlar. Ağaçlar yapraklarını döktü iyice çıplak kaldı, şimdi arkalarında ne var ne yok meydana çıktı, gece ışıklı daha bir güzel oluyorlar, gündüz sanki hüzünlü, çıplak dallar, kurumuş yapraklar tek tük. İlk geldiğimde yemyeşillerdi, ne kadar çoktu arkası gözükmüyordu, fotograflarını çekemedim, sonra sarardılar, kızardılar, yine çekemedim, şimdi hepsi yerlerde, hatta onlar bile bitti, çöpçüler süpürdü gitti. Bu başlangıç olsun, kış ile başladık, bakalım dört mevsim görecekmiyim burada. Hava kapalıyken pek kasvetli, ama güneş olunca ışıl ışıl seyretmesi güzel.

BAYRAM


Bu bayram günleri hüzünlü günler bence. Şimdi aile büyükleri, anne baba varsa ve yakında oturuyorlarsa iyi, uzakta iseler, gitmek mi zor, kalmak mı zor, tatile gidip kafa mı dinlesen aile ziyaretleri mi yapsan ikilemi içinde buluyorsun kendini. Ayrıca artık eskisi gibi ev gezmeleri, büyükleri ziyaretleri de kimsenin merakı değil niyese. Eğer rahmetli olmuşlarsa daha da zor, özlemek, eski günleri aramak, kaç yaşına gelirsen gel, hala çocuk gibi hissetmek ve ellerini öpmek istemek ne kadar zor oluyor, hele mezarlarında ziyaret edip erken gittin diye konuşmak ne hüzün, ne acı veriyor. Hele ailede büyük kalmamışsa veya kalanlar da uzakta ise, hele sen buralarda yalnız birbaşınaysan eğer...
Diğer yandan o kurban kesme hikayesi, ne lüzumsuz ne iç burkucu ne zalimlik bence. Hele bir kaç gün önceden alıp bakıp, besleyip sonra da kesmek, ele güne dağıtmak ne adettir bu bilemem bir türlü. Kuzucuklar, koyunlar, büyük başlar ne varsa artık bıraksak da kırda bayırda otlasalar. Ben bayramları sevmiyorum, sadece tatil olduğu ve evde oturup ertelenen bir sürü şeyi yaptığım için ohh ne güzel deyip, tüm yukarıda saydığım duygularımı görmezden bilmezden geliyorum, kendimi tutuyorum, yok sayıyorum, yoksa dayanmak zor, çok zor geliyor.

Eskidendi onlar, çoook eskiden.....

9 Aralık 2007

Evim Evim Güzel Evim


Yeni evimin misafirleri gelmeye basladi. Ben de tekrar evde arkadaşlarımı ağırlamayı yaşamanın hoşluğuna kavuştum. Cuma akşamından beri gelenlerden güzel temenniler ve beğeni dolu yorumlar aldıkça kendimi daha iyi hissedip, ohh bee dedim. Taşınma, yerleşme, sığma, sığamama, kullanılmayanları verme, yer bulamadıklarımı ayırma gibi bir sürü detayla uğraştıktan sonra artık herşey yerine oturmaya başladı. Ne kadar zormuş, bir de şimdiye kadar kıyamadığım şeyleri vermek, bana gerçekden lazım olmayan şeyleri başkalarının kullanabilmesini sağlamak adına elden çıkarmak gayet hoş bir duyguymuş. Hafifliyorsun, ferahlıyorsun, rahatlıyorsun, herkese tavsiye ederim. Şimdi yeni davetlerin planını yapıyorum. Balkonumdaki çiçeklerin fotoğraflarını çekeceğim. Çok güzel hercai menekşelerim vardı, iyi hallerini kaçırdım, şimdi onların yerine bu mevsimin çiçeklerinden ekmem lazım. Ayrıca sakız sardunyalarım hala iyi gidiyorlar, hava biraz daha güneşli olsa yeni açılacak tomurcuklar var, bir tane de açelyam var, pembe pembe açıyor hala. Bakalım yine görüşeceğiz.
Bu yandakiler de yeni evimin uğurları........


26 Kasım 2007

Kasım

Havalar soğudu, artık son yaz günleri de bitti, ben de evime alışmaya çalışıyorum. Hatta bazen çok alışmış ve sevmiş de oluyorum. Salon ve mutfak aydınlık ya içim açılıyor, arka taraflar da pek karanlık ama boşver ne yapalım. Benim evin içindeki boyalar kurudu, kokusu bitti gitti derken şimdi apartmanın içi boyanıyor. Epeydir de boyanmamış, bitince pek temiz olacak, borular falan değişti, kapı baca daha güzel görünecek. Bu seneye yetişmedi, yaza da inşallah dış cephe yenilenecek, apartman dıştan içe yenilenmiş, güzelleşmiş olacak.
Üst katta çok şeker bir karı koca oturuyor, ara sıra parti yapıp şarkılar söylüyorlar, piyano çalıyor birisi kim acaba, dinlemesi pek hoş. Herkes çalışıyor, sabah akşam karşılaşıp selamlaşıp hatır soruyoruz, yine arabayı park etme mücadelesi veriyorum, kapının önünde boş yer bulacağım diye. Neyse bunlar da oluyor bir şekilde işte.
Bir arkadaşım hercai menekşeler almış bana, mutfak penceremin ve balkonun kenarlarına dizdim, sarı ve morlar pek güzel duruyorlar. Salona yeni perde yaptırdım, bayağı mücadeleli ve masraflı oldu ama pek romantik duruyorlar. Bir hafta sonu resimler çekeceğim ve buraya koyacağım inşallah. Mutfak perdeleri de takıldı nihayet.
Allah acıdı bana, soğuk hiç sevmem ya, bu ev de iyi ısınıyor, inşallah masrafları da çok olmaz. Parasızlık tak dedi yani, böyle ucu ucuna geçinmek ne zor, ne zor, nekkaddar zor bilemezsiniz.
Moralimin bozukluğu yüzüme yansımış, etrafdaki bazı arkadaşlar ne suratsızsın, biraz yüzün gülsün, aslında gülmek çok yakışıyor sana dediler. Hiç farkında değilim valla, dünya yıkıldı altında kaldım gibi gidip geliyordum, birden uyandım sanki, kendime geldim.
Herşeyin bir sebebi vardır, böyük imtahanlardan geçiyoruz, bu günler de geçecek tabi ki, iş ben benden geçmeyim. Sabir testindeyim, dayanıklılık testindeyim. Çok güvendiğim dağlara kar yağdı, yani bazı arkadaşların sadece iyi gün dostu olduklarını bir kere daha öğrenmiş oldum.
Yine yeniden tek başına hadi bakalım Dilek, ha gayret, dayan....

19 Ekim 2007

Yeni Ev

Sonunda oldu işte, yeni bir ev buldum ve taşındım. Semt değiştirdim. Hani birkaç ay evvel, Vişnezade mahallesinin ne güzel olduğunu yazıyordum ya, camii, imamı, ilk okulu, parkı falan anlatıyordum ya, işte ne içten dilemişim o mahallenin muhtarlığına bağlı bir yere yani Valideçeşme'ye taşındım. Yine 1. kattayım ama eskisinden daha yüksek, önümde de başka bir park var, ağaçlara, yeşilliğe bakıyorum, salon ve mutfak aydınlık ferah. Ama yine güneş görmüyor evim. Yıllarca güneş gören ev istedim bir türlü denk gelmiyor yaa, nedir benim bu çektiğim. Artık eylül de bitiyor, eski ev başıma yıkılacak diye panik içinde ve eski eve de artık kira vermeyim diye burayı bulunca, eh artık dedim, şimdiye kadar gezdiklerimin en hallicesi deyip tuttum işte. Ama gel de bana sor alışmak ne zor geliyor, 20 sene Nişantaşında oturduktan sonra oradan ayrılmak bana ne çok koydu bilemezsiniz. Ne kadar alışmışım, ne çok sevmişim, ne kadar güvende ve rahatmışım, gece gitmek, gelmek, gündüz ayrı bir sefa, bütün dükkanlar elimin altında, cıvıl cıvıl insanlar, belki biraz gürültülüydü ve trafik sorunu, park sorunu vardı ama nerede yok ki artık.

Burası daha sessiz, sakin bir yer, hepsi topu 6 daire zaten, balkonum var, kenarına hemen çiçekler dizdim, sardunya, açelya falan. Belki balkonda oturup bir kahve de içerim, hele şu içerilerin yerleşmesi bir bitse. Ne zor birşey taşınmak. Bütün herşey alt üst oldu, kimisi sığmadı, kimisi atıldı, bazıları hala kutuda duruyor. Perdeler bazıları uydu, bazıları uymadı, yani kafam dönüyor hala ne nerede diye bakınmaktan, bazen elli defa aynı yere gidip geliyorum.

İçimin ısınması da ayrı bir hikaye, yani ısınamaması, yani ısınacak da, daha zaman gerekir.

Ya ısınamazsam ne olacak ?.....

Kiralık Ev

Ne kadar zor bir süreç bu kiralık ev arama süreci. Emlak komisyoncuları ayrı dert, ev sahipleri başka bir cins. Bu ev sana büyük, tek başına nasıl oturacaksın diyen mi istersin, (Sana ne at koşturacağım) bodrumdaki evi bahçe katı diye gösteren mi istersin, kot farkından önden giriş altı olup, arkadan 2.kat olan evlere ne demeli. Çerceveleri, kapıları dökülen evi bir boya badana ile mis gibi olur diyen mi, badana yaptırıp, camları da pimapen yaptırdığı için ederinin bir katı kira isteyen mi. Kombili olunca kirasının yükseldiği, merkezi sistemle ısınınca da ne çıkarsa bahtına durumları. Kapıcısı olan var, olmayan var, kapının önünde ayakkabıları çıkaran var, hiç kimsenin birbirini tanımadığı kim kime dum duma evler var.

Ben bu süreçlerden nasıl geçeceğim ve bir ev bulacağım diye dertlenirken nihayet karara vardım.

30 Ağustos - 8 Eylül

En son tatil anılarımı yazmışım, ne kadar keyifli geliyormuş yazı sesim. Aradan günler geçti ben buraya bakamadım bile. Şimdi yavaş yavaş yakın geçmişe dönerek neler oldu bitti döküleceğim.

Temmuz, Ağustos, Eylül ev aramakla geçti. Bu arada eylül başında yine bir hafta tatil yaptım, evde koli yapma bunalımlardan kurtulmak üzere, hava değişikliği ve enerji yüklemesi yapmak için. Yine küçükkuyu'ya gittim. Bu sene parasızlıktan ve zamanın kısıtlı olmasından dolayı böyle takılıyoruz. 30 Ağustos tatilini birleştirip eylül ilk haftası oralarda olmak ne güzeldi. Deniz dümdüz, sanki pürüzsüz öyle dingin durgun, güneş acıtmıyor, bunaltmıyor, akşamları hafif serinleme, incirler, üzümler bir yanda. Yürüyüş yaptım, adaçayı içtim, kitap okudum, uyudum, pazara gittim, meyvaların, sebzelerin hepsini almak istedim. Pembe domateslerimden buldum, tadını çıkartarak yedim, çekirdeklerini ayırdım.

İşe dönünce yine aynı tas aynı hamam dedim. Ev arama krizi ikiye katlandı. Artık evi yıkacaklar çıkmam lazım. Karşı komşum ev bulmuş gidiyor, pek mahzun oldum. Üst kattakiler zaten gidiyordu. Ben ne yapacağımmmmmm......

8 Ağustos 2007

Idatur Temmuz 2007












Son 15-20 senedir yaz tatilimde hep aynı yere bir kere gider oldum. Tatilin bir haftası illa burada, ya baharda, yaz başında ya da sona doğru. Bu sene, baharı, yazin ilk ayını kaçırdım, ilk izin haftamda temmuz ortasında geldim. Dediğim gibi her sene gelince insan adeta evine gelmiş gibi oluyor, resmen özlüyorum. Çünkü çok rahat ediyorum, odam denize on adim, kocaman, yayıl yayılabildiğin kadar. Bu sene klima koymuşlar, pek ihtiyaç olmuyordu ama bu anormal sıcaklar mecbur kılmış, gece uyurken iyi oldu. Bahçeyi daha da güzelleştirmişler, çeşit çeşit çiçekler, zakkumlar, incir, zeytin, mandalina, nar, iğde ağaçları, yemyeşil çimler, hurma, palmiye ağaçları altında hamaklar, ister deniz kenarında tahta şezlonglar üzerinde ister çimlerde koltuklar, yataklar üzerinde serilmece. Yemekler enn nefasetinden bol kepçe, akşamüstleri çay yanında poğaça, veya hamur ikramları, sabah kahvaltı açık büfe, meyvalar, zeytinler, peynirler, köy yumurtaları, reçeller, domatesler yeme de yanında yat cinsinden. Habire yiyecek sayıyorum ama burada bulamadığım şeyler değil belki ama lezzetleri bir başka işte, ya da orada bana öyle geliyor.


Sadece gittiğimden son 3 gün kalana kadar deniz çok dalgalıydı, poyraz esmesi dinmedi bir türlü, bilhassa 11.00 de baslayıp akşam üstü 17.00 ye kadar ne çok esiyordu, deniz alt üst oluyor, senin de deniz kenarında oturman zorlaşıyordu. Böyle zamanlarda ya odaya çekilip kitap okumaca, sonra kestirmece, ya da komşu evdeki tanıdıklara gidip kahve içmece yaptım. Geri kalan zamanlarda da çok yüzdüm. Hele son üç gün var ya, durdu zaman durdu dünya. Deniz oldu bir çarşaf, az gün kaldı diye ben 20.30 a kadar denizde. Güneş batıyor, gökyüzü kızılımsı, portakalımsı oluyor, sonra pembemsi, deniz oluyor eflatun renginde, kimsecikler yok, kıpırtısız, kımıltısız bir eflatun deniz ve pembe gökyüzü, ben yüzüyorum, ahh ne saadetti valla. Sonracıma,

* Geceleri kumsalda sırt üstü yatıp yıldızları seyrettim,
* Yeni ay (hilal) gördüm, incecik pırıl pırıl, ilk gece tam önüne de yıldız gelmişti,
* Sabah erkenden kalkıp denizin serin kokusunu içime çektim, yürüyüşe gittim, taa limana kadar gidip adaçayı içtim, sonra gelip denize girdim, sonra kahvaltıya gittim,
* Balıkçıların ağ toplayışını seyrettim, suyun yüzüne çıkarken balıkların gümüşi parıltısını ve oynaşlarını gördüm,
* Martıları seyrettim, oranın martıları buradaki gibi tavuk kadar değil, bayağı Richard Bach'ın romanının kapağındaki resimdekiler gibi kocaman kanatları olan küçük bembeyaz martılar, balıkçıların tepesinde dönüp durdular,
* Köy pazarına gidip, neredeyse bütün tezgahlara elledim, birşeyler tattım, aldım, taze sebzeleri, meyvaları seyrettim, 1/2 kg almak istediğim şeyleri neredeyse 1 kg yakın doldurmalarını, domatesin kilosunun 500 kr oluşunu gördüm, (migrosda 1,5 YTL) dağ çileği aldım yedim, hormonsuz şekilsiz, ufak tefek kokulu mis gibi.
* Nihal Yeğinobalı'nın "Gazel" kitabını bitirdim, Zülfü Livaneli'nin " Leyla'nın Evi" ni yarıladım.
* Meditasyon yaptım, yukarıyla konuştum, düşüncesiz kalmaya çalıştım, üzüldüm, sevindim, düşündüm düşündüm, ne olacak benim halim dedim.
* Bronzlaştım, daha çevik oldum, hafifledim, şişlerim indi, ödemlerim gitti, zayıflayamadım ama dinç oldum.
* Oranın havası çok temiz ve çok hafif ve çok pozitif yaaaa, buraya gelince ağırlaşıyorum ben.
İşte bir küçükkuyu sevdam böyle geçti, darısı 2. tatilime (yapabilecekmiyim acaba???) .





Imeceevi


Düştük yollara gittik buralara. Imeceevi ' ne vardım, Ismail bey karşıladı beni, önce bir nefeslendim, sonra çevreyi gezdik, sonra da beni kulübeme yerleştirdi. Etrafda tavuklar, keçiler, kuzular, kazlar, hindi bile var, civcivler, horozlar var. Kuzuların sabahları meee lemeleri horozları bastırıyor. Misir, domates, patates, biber, bal kabağı, nane, patlıcan, kavun, roka, maydanoz, semizotu tarlaları var. Tarla dediysek öyle kocaman değil ama ufak çitlerle çevrilmiş alanlar. Yeni ekim, daha sonra büyüyecekler, gelişip çoğalacaklar. Şimdilik böyle, doğal tohum, doğal tarım, doğal gübre ile yetişip doğal ürünler olarak soframıza geliyorlar.
Sabah kahvaltılarındaki rokalar, semizotları ne körpeydi. Köy ekmeği, diğer bahçeden zeytinler, baharatlı zeytinyağına ekmek banmalar, ezine peyniri, domates, tatlı kırmızı karpuzlar ne lezzetliydi. Öyle bir yiyorsun ki, öğleni atlıyabiliyorsun, yok istersen öğlende de ayrı nefasetler. Ben sağa sola kaçıyordum yemeyim diye. Akşama ya balık, ya patlıcan oturtma, ya mercimekli köfte, salata zaten aile boyu, mangalda köfteler, karpuz herzaman...
Deterjandan tut, elektriğe, sabundan zeytinyağına herşeyi tabi yollardan, kimyasal katkıları (minimumda) tutarak kendileri yapmaya çalışıyorlar, yemekler orada kalmaya gelenlerle el birliği ile yapılıyor. Hep beraber yeniliyor, hep beraber kaldırıp konduruluyor, tam imece usulü.

Tohum depoları var, özenle çiçek ve sebze tohumlarını saklıyorlar, tohum bankası oluşuyor sanırım. Elektrik demiştim, bisikletten yapma bir elektrik üretimi aleti var, isteyen üzerine çıkıp hem spor olsun diye bisiklet çeviriyor, bu şekilde elektrik üretiliyor, bunu da bahçeyi aydınlatmada kullanıyorlar, çok gır bir o kadar da üretime katkı mevzuu.
Ben kısa bir süre kaldığım için bu seferlik gözlemleme, tanışma şeklinde oldu. Benim onlara katkım, masayı toplamak, bahçeyi sulamak, hayvanlarla konuşmak, orta alandaki tahta sedirler üzerinde yayılmak, kitap okumak şeklinde oldu, bir dahaki sefere daha çok inşallah.
Sadece temizlik konusunda biraz titizlendiğim için, bu işlere bakacak eleman azlığı var, onlara tavsiyem daha fazla kalıcı eleman bulmaları, bu tip sabit görevler için misafirlerden veya gönüllülerden medet ummak değil de bunu daha profesyonelce yapmalarıydı.
Çıkan çöpler ayrı ayrı kaplara konuluyor, herbirşey hayvanlara yem, bitkilere gübre olarak falan tekrar kullanılıyordu. Bir de su daha fazla olmalı, heryer daha fazla sulanmalı ve bazı yerlere çim alanlar yapılmalı ki toz kalkmasın, ortalık daha canlı, sıhhatli gözüksün.
Kulubeler kontraplak denilen maddeden yapıldığı için gündüzleri pek sıcak oluyor, odaların içindeki halılar atılıp yer döşemeleri tahta yapılabilir bence. Sinek sorunu için de her pencereye tel şart. Tuvalet ve duşlar oda dışında olduğu için yine benim gibi cinsler burada biraz zorluk çekebilirler. Gecenin bir yarisi veya sabahın körü çişin gelince odadan çıkıp ilerideki tuvalete gidiyorsun tıpış tıpış. Ortalıkdaki incir ve zeytin ağaçları çok güzel, incir kokuları harikaydi.
Deniz, o kıyılarda zaten çok güzel, belki biraz taşlık olması mahsurlu ama deniz ayakkabılarınızı unutmayın iyi olur. Sahildeki şemsiyeler, şezlonglar tam yayılmaca.
Seramik fırını var, seramik yapma değirmeni var, hani ayakla çevirir, elle şekil verirsin, ben oradayken yeni üzeri sıvanıyordu, seramik çamuru yapamadık.
Sonra bol sohbet var, gece karanlıkta sedirlere serilip yıldız seyretmece var, deniz, hayvan gübresi, bahçedeki domates kokuları var. En tazesinden adaçayı, kekik, sarı kantaron otu, lavanta var, ufak bez keseler içinde satıyorlar. Halis zeytinyağı, zeytin, ev yapımı reçeller var, köyün dağlarından bal var. Yani geçerken bir uğrayın, bakın, bir çay için, size de uyacak birşey vardır muhakkak. Küçükkuyu'dan Assos'a giderken 5. km de.


13 Temmuz 2007

TATİL




Gidiyorum bütün aşklar yüreğimde.....


Pardon bütün tatil özlemim yüreğimde, denize, yüzmeye, uyumaya, dinlenmeye, tabiata, toprağa, çiçeğe, böceğe gidiyorum inşallah. Yine köyüme, son 25 senedir gittiğim yere, yine yeniden. Kaz dağları etekleri, önce 3-4 gün bir doğal hayat çiftliğinde kalacağım, arınmaya, organik beslenmeye, elele neler yapılırmış görmeye, herşeyin doğalını yaşamaya, yeni şeylerle karşılaşmaya, yeni dostlar tanımaya. http://www.imeceevi.com/

Sonra Küçükkuyu Idatur Motel de yan gelip yatma, birikmiş kitapları okuma, sabah erkenden yürüme, yüzme, denizi saatlerce seyretme, az yemek, çok uyku, kafayı boşaltma, sessizlik, birkaç kilo verip dönebilmek. İşte tek hedefimiz dağlar, denizler, yolumuz açık olsun.




Jazz

Yine yeniden bir kere daha Ist. Caz Festivalini yaşıyoruz. Bu sene zaten son birkaç yıldır olduğu gibi Istanbul konserden ve festivalden geçilmiyor, her sene yeni açılan yerlerle beraber bir konserler dizisidir gidiyor. Eskiden sadece tv de seyrettiğimiz veya sadece CD lerde, kasetlerde dinlediğimiz gruplar, şarkıcılar peş peşe geliyorlar ve Istanbul'u sallıyorlar. (Bu kelime de çok hoşuma gider, yeri geldiğinde çok güzel ifade eder duygularımı). Mesela "Shakira Istanbul'u salladı" diye yazdı gazeteler. Nasıl uydu dimi, gerçekden muhteşem olmuş konser ben gidemedim. Neyse benim gittiklerimden iki tanesi aşağıdaki gibiydi. Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda iki konser dinledim, seyrettim.
Robin Gibb, seneler önce (yani '80 li yıllarda) abisi Barry Gibb'in yakışıklılığından gözümüzün döndüğü Bee Gees grubunun üyesi olarak şarkı söylerken, sonradan (kardeşler arası anlaşmazlık diyelim) ayrı başına bir orkestra ve bir tanesi çukulata fıstık olan 3 kişilik vokal eşliğinde sahneye geldi. Kendisine 2 beden büyük gelen takım elbisesi ve mavi-mor karışımı gözlükleri ile pek mütevazi, pek halim selim duruyordu. Ahmet Ertegün ve Arif Mardin'e olan şükranlarını, müziklerine yaptıkları katkıları anlatıp saygı ile andıktan sonra grupça söyledikleri şarkıları döktürdü. Bence bizden de o kadar ilgi beklemiyordu, hem şaşırdığı için hem de memnuniyetinin ifadesi habire başparmak havada bize çok iyi işareti yapıp durdu. Bizi seneler öncesine götürdü, odamızın duvarlarına resimlerini astığımız günlerin anıları eşliğinde şarkıları hep bir ağızdan söyledik. "Stayin alive, Words, Night fever, How deep is your love, gibi...
Ne güzeldi, orta yaşa merdiven dayamışlar da biraz geç de olsa açıldılar, sonuna doğru ayakta danslarla şarkılara eşlik ettiler, bis yapmaya geldiklerinde iki parçayı tekrar yorumlayıp bizi hatıralarla başbaşa bıraktılar.

Geçen akşam da Wynton Marsalis, Lincoln Ork. eşliğinde çıktı sahneye. Aman pek cool takıldı, hiç kendini öne çıkarmadan ben değil, biz anlayışı ile çaldılar. Sadece şarkı anonslarında konuştu ve bir defa öne gelip solo yaptı, halbuki ben şöyle Miles Davis vari birkaç solo attırır diye bekliyordum, doymadım. Orkestra üyelerinin hepsi de teker teker döktürdüler. Elemanlardan Ted Nash'in bestesi "Dali - Matisse - Picasso" isimli üç parça pek güzeldi, ilk başta da John Coltrane besteleri ve bestecisini anlamadığım "Peace" isimli bir parça çaldılar, çok güzeldi bayağı hoşuma gitti.
Böyle ılık bir yaz akşamında açık havada gayet hoş, (hadi magazin diliyle söyliyelim) elit bir topluluk ile bu konseri dinlemek o atmosferde bulunmak pek çok hoş oldu.
Zaten belli ki davetiye var diye gelenler ve de tahminime göre bu müzikden anlamayanlar yahut hoşlanmayanlar ilk yarım saatten sonra çıktılar, belki Reina'ya veya Sortie'ye koşmak daha cazip gelmiştir, ama kalan sağlar iyi dinleyiciydiler. Yeni konserlerin Istanbul'u sallamasına kadar şimdilik böyle....

9 Temmuz 2007

TV Dünyası

  • Lost dizisini seyredip salı akşamları (kaçırdıysam pazar akşamları) sinir küpü içinde kalakalmam ne zaman sona erecek. Niye ben de gelecek bölümleri internetten indirip topunu birden seyredip rahatlayamıyorum.
  • Bu dizi ne şekil alacak nerelere gidecek de biz de kafayı yiyeceğiz.
  • Yahutta niye geçmiş bölümlerin DVD leri çıktığı gibi gelecek bölümlerin de çıkmıyor. Nasıl daha bizde vizyona girmemiş filmler geliyorsa bunları da getirseler dimi ama ???
  • Dizi deyince "Six Feet Under" dizisini seyreden varmıydı, son 2-3 bölüm nasıl da yerlerimize yapışıp seyrettik ve iki gözü iki çeşme olduk. Nathan nasıl öldü yaaa, olacak şeymiydi. Ama bu kadar güzel dialoglar yazılan, bu kadar güzel senaryosu olan ve müziği, çekimi, tipleri, konuları ile 1. sınıf olan bir diziyi yine aynı şahanelikle bitirdiler, gözüm kaldı doyamadım. Keşke yenibaştan bir daha verseler.
  • Aynı şekilde yerli dizilerden "Hatırla Sevgili" de de gözüm kaldı Acaba ne olacak ???
  • Şimdilerde Okan Bayulgen'in " Bu size lazım" sohbet programlarını seyrediyormusunuz, her akşam geç saatte olmasına rağmen merakla izliyorum. Ne değişik kişileri, seçime katılacak bağımsız adayları çıkarıp konuşturuyor.
  • NTV de de yine seçimle ilgili Kürşat Başar ve Çiğdem Anat'ın bir programı var ama gayet ciddi, güzel konuşmanın ortasında Anat'ın azarlar gibi müdahaleleri veya Başar'ın işi sulandirması ortalığı bozuyor. Yoksa bana mı öyle geliyor.
  • Seçimle yatar seçimle kalkar olduk, gecenin geç saatlerine kadar bunları takip edeceğim diye helak oluyorum. Bilgilenme adına, bizi temsil edecekleri tanıma adına.....

Vişnezade 2


Vişnezade parkının yeni resimlerini de çekmiştim ama ne kadar uzun oldu yine buraya koyamadım, hem de iki satır yazamadım. Şu bunalım sıcaklar olmasa hergün gideceğim bu parka ama klimalı ofisden çıkmamak işime geliyor. Neyse o feci haftayı atlattık ama ofisde bir gün klima arızası yüzünden buharlaşıp yok olmamıza az kalmıştı. Resmen ekşi ekşi koktuk hepimiz, ben de 18.00 bekleyemeden kaçmıştım. Şimdi elektrikler kesilecek diye ödüm kopuyor.
Bu park çok güzel, bayağı büyükçe, sanki birbirinden ayrı bölümler var gibi kıvrılan yollarla ayrılıyor, öğlen güneşin durumuna göre başka başka bölümlerde oturabiliyorsun veya bir taraf daha serin olabiliyor. Ben yemeğimi ve gazetelerimi oraya götürüp bir yandan yiyip içerken bir yandan da gazete okumaya bayılıyorum. Benim gibi başka hanımları da görüyorum kitaplarını alıp gelmişler, sessiz sakin okuyorlar bazı beyler kahveye gideceğimize buraya gelelim diyorlar herhalde, bankın üzerinde bir sohbettir gidiyor. Şimdi okullar da kapandı ya iyice sakin oldu ortalık. Seyrek olarak da torunu ile gelen anneanne veya babaannelere rastlıyorum. Buraya iyi bakalım, her zaman lazım olacak bize.































31 Mayıs 2007

Vişnezade 1


Bilirmisiniz Maçkada Vişnezade diye bir mahalle var. Swiss Otelin arkalarında, Vişnezade sokak, Vişnezade parkı, Vişnezade Cami ve Vişnezade muhtarlığı var. Ayy ne kadar şirin bir yer, ne kadar asude bir semt, ne kadar şahane evler var orada, hepsinin balkonunda, penceresinde kıpkırmızı sardunyalar var, daracık bir sokak ama iki adımda Akaretlere çıkıyorsunuz veya dört adımda Teşvikiye'ye uzarsınız. Mütevazi ufak bir cami var, ağaçlar arasında saklı gibi, Müezzin Efendinin sesi pek güzel, avaz avaz haykırmadan söylüyor ezanları. Yanında bir ilkokul var, bahçesi derya deniz manzaralı, çocuklar böyle denize nazır bir ilk okulda okuyup, tenefüslerde bahçede koşup oynarken denize, boğaza bakıp geçen gemileri görüyorlarmı acaba ? Onun da yanında park var, bir cephesi de Akaretlere bakan aslında kocaman bir park. Ben Vişnezade sokak ucundaki kapıdan giriyorum, ne güzel ağaçlar var, içinde heykeller var, bir bölüm "Şairler Sofrası" diye anılıyor, Necati Cumalı'dan, C.Sıtkı Tarancı'ya kadar 5-6 şairin heykelleri dikilmiş. Hepsi böyle bahçede sanki bir masa başında gibi, resimlerini çekip tekrar yazacağım orası ayrı bir hikaye. Ama benim taraf okula yakın taraf, bazı öğlenler yemeğimi, gazetelerimi alıp gidiyorum orada oturuyorum, ister güneş gören bir bankın üzerinde, ister gölgede kal. Etrafdaki erguvan ağaçları yerlere dökülmüş eflatun bir örtü serilmiş gibi, hemen yanında yemyeşil ağaçlar, dallar, çiçekler. Orada oturmak etrafı seyretmek nasıl güzel anlatamam, yaşamak lazım.
Böyle yeni yerler keşfetmek ve hele oralarda yaşamak çok hoşuma gidiyor, çok güzel oluyor. Buradaki evler belli ki eski apartmanlar, hiç modern görünüşlü değil, veya çok şık değiller ama böyle ağır ve görmüş geçirmiş havaları var, balkon pencere yapıları, apartman girişleri, eminim içinde yaşayanlar falan eski aileler, belki yıllardır orada yaşıyorlar, hiç bir şımarıklığa, sonradan görmüşlüğe, abartı veya özenti olmadan, vakur, soylu ama çok da mütevazi. Manzaranın, komşuluğun, sokağın, yerin özelliğini ve güzelliğini bilen, tadını çıkaran ve hazmetmiş kişiler.
Ben de burada yaşamak istiyorum, ne olur orada bir kiralık daire veya sıkışmış acilen satılık diye bir ilan göreyim. Önüm yeşil bahçe, sonra lacivert deniz, balkonumda kırmızı sardunyalar, ben vişnezadede otururken diye anlatayım çookk sonraları.... Keşke, inşallah.......
Bu çiçeklerin (ağaç gibi) adını bilen varmı acaba ? Mayısın başında açtılar, yol boyunca sıralanmısşlardı, ne güzel kokuyorlardı, böyle harika sarı sarı açtı çiçekler, şimdi artık tohuma kaçtılar. Ama bir türlü adlarını öğrenemedim. G-Mall 'dan Nişantaşına çıkarken yol boyunca hep vardı. Bilen bana da söylesin lütfeeennn....













28 Mayıs 2007

Domatesler



Bu sene yine yeniden heveslendik, bizler PDA üyeleri (www.pembedomates.blogspot.com) siteden de göreceğiniz üzere, yine tohumları paylaştık, yine onları çimlendirdik (ben beceremedim, benimkiler çok cılızdı durmadılar). Tohumları fide yapabilenler birbirine verdi, bahçede tarlada yapanlar hele, çok çok fideler dağıttılar. Onları saksılara diktik, şimdi bekliyoruz tutsunlar, gövdeleri kuvvetlensin, dalları boyun bükmesin ve canlasınlar çiçek vermeye çalışsınlar, sonra da pembe domateslerimiz gözüksün.
Bu ne kadar heyecanlı bir süreç biliyormusunuz? Geçen sene de ne merakla yapmıştım, tabi daha çok acemiydim ama yine de 3 peynir tenekesinde onları bütün bir yaz ve sonbahar boyunca bakmıştım, hatta kasımda bir tanesi erik kadar domates vermişti, sonra güneş yeterli olmadığı için büyüyemedi, iyice pembeleşemedi, dalda ağır geldi boynunu bükmüştü. Ama o yaprakları koklamak, onun geliştiğini izlemek uzun bir serüven ve aynen çocuk bakar gibi birşey. Bu sene yine yeniden diyerek yola koyulduk.
Bu işin kurucusu sevgili dostumun bana verdiği fidelerden bir arkadaşıma daha verdim ve Sapanca yollarına düştü. Bakalım kaç fideden kaç tanesini domatese dönüştürebileceğiz, pembe pembe sevineceğiz sonra.

Sinema, Spor, Politika, v.s.


Sinema,
Cannes Film Festivalini seyrettinizmi ? Yıllara meydan okuyan Jane Fonda, Carole Bouqet, Charlotte Rampling, hele sunucu muhteşem kadın Diana Kruger nefisdiler. Ya benim gençliğimin, şimdinin ve geleceğimin tek aşkı Alain Delon’u gördünüzmü ? Şu acımasız yıllar onu bile bu kadar yaşlandırdıysa biz ne yapalım artık. O güzelim adamın saçları seyrelmis, yüzü kırışmış, gözlerinin rengi solmuş, ama duruşu, kilosu hala yerinde çakı gibiydi. Onu tv de görünce pek bi üzüldüm, pek bi dertlendim. Ama eski unutulmaz aşkı Romy Schneider için saygı duruşu istedi ya, (29 Mayıs 1982 ölmüştü) bravo dedim, bu vefa örneği anca bu adama yakışırdı. Gençliğimde nasıl takip ederdim bunları, bu kadar birbirine yakışan bir çift daha yoktu. Her gece ne olur Alain Delon rüyama girsin diye dua ederdim. Bazen TV5 de sohbet programlarında rastlıyorum, her ne kadar fransızcadan çok anlamasam da italyancaya benzetip takip etmeye çalışıyorum, zaten maksadım adamı seyretmek. Ahh Alain Delon ahhhh!!!.
En iyi senaryo ödülünü kazanan Fatih Akın nasıldı, valla iftahar ediyorum o çocukla, ne güzel şeyler yapıyor ve memleketini hiç unutmuyor, aynen Ferzan Özpetek gibi. Nurgül Yeşilçay da ne alımlı ne güzeldi, aferim onlara pek yakıştılar oralara. Ahh bir sinema ile ilgili bir işe sap olamadım ya nasıl yanarım....
Politika,
Yıllardır niye diye sorar dururdum, dört gözle beklerdim, enn karizma, enn bilgili, en boylu poslu, geleceğin Başbakanı bile olabilir dediğim İlhan Kesici, niye seçimlere girmez, niye milletvekili olmaz da bilgisini, birikimini aktarsın, bu meclisde işe yarasın diye. Neyse giriyor işte, hem de CHP den, inşallah Baykal onu yemez ve yedirmez, bence az kalmış kıymetli adamlardan birisi o.
Spor,
Fenerbahçem nasıldı ama, böyle 100. yıla, böyle şampiyonluk, böyle kutlama, ancak Fener’e yakışır işte. O stadda olmayı nasıl isterdim, o ışık, havai fişek, ses, balon gösterisi ne muhteşemdi dimi. Aslanım Fenerbahçem sen çok yaşa.
Sağlık,
Sıcak hava başağrısı yapıyormuş, işte ben hep söylüyorum da ters ters bakıp, senin de başın zaten hep ağırır diyorlardı. Şimdi gazete yazdı, sıcaklık damarları genişletip baş ağrısına sebep oluyormuş, valla bana çok oluyor, onun için biraz açık havada gezeyim, sıcakdan off diyeyim, eve başağrısı ile dönüp hemen yatmak istiyorum, aynen cmt günü olduğu üzere.
Bu yaz yandık desenize, su da yok ne yapacağız acep ???

29 Nisan 2007

ÇAĞLAYAN


Yine yürüdük, hep beraber yanyana, yaşlı, genç, baş örtülü veya beli çıplaklar, 60-70 yaşındalar, 5-6 yaşındalar , hatta annesinin babasının omuzunda gelenler ve pusette oturanlar. Biz arkadaşlar Şişlide buluşup oraya 13.00 civarı vardık, herkes sabahtan çıkmış gelmiş bile. Yollardaki insan seli, her yönden oraya doğru gelenler harikaydı. Bu kadar çok bayrağı ne 19 mayıs, ne 29 Ekim törenlerinde görmedim. Hepimiz ne kadar çoşkuluyduk, bayrama gider gibi, gayet düzgün, gayet disiplinli, birbirine saygılı bir düzen içinde. Milletimiz bilirsiniz bir konsere girerken, otobüse binerken, sinemadan çıkarken bile itişip kakışır, bunu görürüz hep dimi. Burada yok böyle birşey, en çok buna şaştım kaldım. Şans eseri diyeceğim, en arkada olmamıza rağmen adım adım önlere kadar geçebildik, meydana yakın bir yerde konuşlandık, en azından sahneyi görmesek de konuşulanları duyalım istedik. İlk çıkanları kaçırmışız, Bulutsuzluk Özlemi'ni duyamamıştık, Rutkay Aziz Nazım'ın şiirini okuyordu, tv de gördüm ne çoşkuluymuş meğerse. Türkan hn, Necla hanım ne güzel konuştular, Nur hn ne kadar heyecanlı ifadelerle çoşturdu bizi, en son Tuncay Özkan iyice ateşlendirdi hepimizi. Her sözünde topluca tepkilerimizi, ya bahsettiği kişi veya konulara göre yuhhh diyerek veya eveeet diyerek dile getirdik, Çankaya'ya çıkartmıyacağız diye söz verdik. Laiklik, demokrasi, cumhuriyet üzerine bağlılığımızı tekrarladık, sol partilere birleşin diye bağırdık. Yazılı pankartlar memleketim insanının ne yaratıcı olduğunu gösteriyordu, bunları ara sıra sözlü olarak da tekrarladık.
Beni enn çok vuran şarkılar oldu. O dalgalanan, o kadar çok sallanan bayraklar arasında Ayten Alpman ile "Memleketim" şarkısını söylemek, Edip Akbayram ile "Aldırma Gönül" ve "Eşkiya bu dünyaya hükümdar olmaz" şarkılarını söylemek tüylerimi tiken tiken etti valla.Gerçekten bu memleketi seven, şeriata karşı çıkan, demokrasiden başka bir idare şekli bilmeyen ve hepimizi birden kucaklayacak bir cumhurbaşkanı isteyen, samimiyetle kardeşce yaşamak isteyen bu güzel topluluk gözlerimi yaşarttı, içimi ferahlattı, çok etkilendim.Sonra program bitince yine olduğumuz yerde geriye dönerek, yine sloganlarla, şarkılarla, her birini defalarca söylediğimiz "Dağ başını duman almış" ve "10.yıl" marşları ile dönüş yoluna geçtik. Çağlayan, Mecidiyeköy, Şişli, Osmanbey derken ben ayrıldım, grup Taksim'e devam etmiş. Ama dönüş yolunda geçtiğimiz her yoldaki evlerden sarkan bayraklar, ellerinde sallayan insanlar, pencereden balkondan bize el sallayan veya marşlara eşlik eden insanlar, bir de, balkonda gördüğümüz elinde bayrak olan yaşlı bir amca veya teyzeyi bizim durup alkışlarla ona eşlik edip sonra tekrar yürümemiz görülecek şeylerdi. Insan içindeyken anlamıyormuş, orada olduğum halde akşam tv den seyrederken tekrar gözlerim yaşardı.

Tayyip saysana, kaç kişiyiz baksana..... Bin dirilmiş kıtalar.....




Canım sıkılıyor 28.04.2007

Gecenin bir saatinde bunlari yazmama sebep bu son günlerde olan bitenler cok canimi sıkıyor benim. Bugünlerde birbirimize gönderdiğimiz maillerde de gördüğümüz gibi,dörtbir yandan düşmanlıklarla sarılmış memleketimiz, bir yandan bölünme planlari doğrultusunda masaya yatırılıyor, bir yandan da üç tane kuklanin elinde oyuncak olup gidiyor.
Böyle traji-komik bir seçim yapmaya çalışma çabalarını da yüzlerine gözlerine bulaştırdılar esef ediyorum. Hiçbir uyarıdan uyanmadıkları gibi, onca yürüyüş, onca konuşmalardan da ders çıkarmayıp burunlarinin doğrusuna gidiyorlar, canim sıkılıyor. Derken dün gece gelen muhtıra, arkasindan Çiçek'in veciz cevapları, yorumlamalari, pes yani dedim.
Üç yaşımdan beri her on yilda bir darbe görmüs bir vatandas olarak, 12 Eylülden 1980 den sonra artik iyice tüylerim diken diken olur. Nitekim'in bir yerleri sızlıyormu diye düşünürüm ama hic orali bile değil pişkin, hala da laf etmeye yetkili buluyor kendini. Hoş ona mikrofon uzatıp yorum soranlarda kabahat ama neyse. Bu kadar darbenin memleketi nerelere götürdüğünü ve bugün nerede olduğumuzu görünce daha çok canım sıkılıyor
Ama bu sefer sanki Büyükkanıt birşey yapsın diye duaci olacağız neredeyse gibime geliyor.
Tek tesellim 14 Nisanda Ankarada yaşananlari gördük duyduk, şimdi de yarin 29 Nisanda Istanbulda benim gibi düşünenler var, beraber olacağız diye seviniyorum.
Yoksa geleceğe ait ümidim gittikce azaliyor, kırılıyor, gittikçe daha cok endişeleniyorum ve azınlıkta kalıyoruz diye üzülüyorum.
Bazı TV ve gazetelerin bu kadar abes bir şekilde iki yüzlülüğü, bu kadar tek ses borazanliği yapmalari, abuk sabuk programlarla insanlari oyalamalari, hatta dalga gecmeleri, bazi köşe yazarlarinin veya TV programcilarinin insanlara bambaşka şeyler anlatmalari ne komik hem de ne üzücü.
Muhalefet(demeye bin şahit ister)partilerinin yüz karası dansözlükleri, hepsini toplayip bir araya getirsen yine bir halta yaramıyacaklarını görünce hepten ümidimi yitiriyorum, canım sıkılıyor.
Hergün gazeteleri okusan bir dert okumasan bir dert, TV de açık oturumlari takip etmekden gözlerim kanlandı artık.
Bu gece önce habertürk kanalında, sonra da skytürk de konuşmaya çıkan Ercan Çitlioğlu'nu (Bahçeşehir Univ.Stratejik Araş.Bl.Bşk.) insallah dinlemişsinizdir. Olayları çok daha güzel bir üslupla inceleyerek anlatti, nerden başladı, nasıl gelişiyor, neyin altında ne yatıyor, niye gecenin bir yarisi o bildiri cikti, konularını yorumladı.
Bilmem ki sizler de benim kadar bunları kafaya takıp canınız sıkılıyormu? Burada öylesine bir paylaşmak istedim.
Hadi yarın Şişlide buluşuyormuyuz, bayraklar elimizde yürüyormuyuz?İnsallah herşey daha iyiye gider, hakkımızdaki en hayırlı şey, aklın yolu birdir diye hepimiz sallanip kendimize geliriz.

Baharda Uzunya 22.04.2007

Havalar ısınmaya başladı ya, bizim de kanımız kaynamaya başladı. Yağmur da yağmıyor, bu yaz hem kurak hem çok sıcak geçecek, doğru dürüst kış göremedik ama soğuklardan da bıktık artık. Hadi bir kahvaltı yapalım, hemde çoluk çocuk şöyle bir kırlara yayılalım, piknik yapalım dedik.En son gittiğimde, yollarında arabamla telef olduğum Uzunya'ya niyetlendik yine.

Birkaç araba olunca ben hemen bir arkadaşın arabasına monte oldum, ne olur ne olmaz, benimkisi sabıkalı o yolda.Deniz çarşaf gibi, hava biraz estiriyor ama güneş ısıtıyor ılık ılık, iyiki erken davranmışız, sonradan çok kalabalık oldu. Masaya bir yayıldık, bal kaymakdan menemene, domates salatalıktan çay kahveye allah ne verdiyse götürdük. Ne güzel oluyor böyle arkadaş grubu hem sohbet hem yemek, hem açık hava, güneş deniz kenarı, bir pazar sabahı için daha ne istersin.Sonra çocuklu olanlar yanlarında getirdikleri uçurtmaları uçuracağız diye bayağı bir debelendiler, bu arada çocukken uçurtmaları olmamış veya doyamamış büyükleri izlemek daha eğlenceliydi, çocuklara gösteriyor ayaklarda kendileri mest oldu. Çimlere yattık, kedi gibi gerindik, kemiklerimiz ısındı, deniz kıyısında taşları seyrettik. Sonra tepelere doğru yürüyüşe çıktık, bayağı bir rüzgar yedik ama manzara harikaydı.
Biz tabiat toprak olduk, havayı içimize çektik, su olduk, güneş olduk, rüzgar olduk. Tüm haftanın yorgunluğunu, negatif enerjiyi, bütün sıkıntılarımızı, problemlerimizi orada bıraktık, bir rehavet içinde 16.00 gibi evimize döndük, bahar çarpması yaşayanlar kendilerini yatağa atmışlar, birkaç saat uyumuşlar.Bende bir enerji bir dinamik hissetme, okuyamadığım gazeteleri devirdikten sonra ütüye başladım. Merhaba yeni hafta....

9 Nisan 2007

Apartman

Şimdiki evimde tam 12 (yazıyla oniki) senedir oturuyorum. 20 TL ye kiralamıştım. (valla yirmi TL). Buraya taşındığımdan beri 3 iş değiştirmişim, biri bel fıtığı biri sinüzit olmak üzere 2 ameliyat geçirmişim. Kimbilir kaç tane yemek daveti verdim, ramazanlarda iftar sofraları yaptım, kaç kişi geçerken uğradı kahve içtik, kaç defa çay+pastaya arkadaşlarım geldi, yatıya kalanlar oldu. Evin perdeleri 2 defa baştan aşağı değişti, yeni yatak odası yaptırdım, koltuklarımın yüzü, şekli değişti, yeni yemek masası, büfe, sandalyeler aldım. Eski mutfağı kırdırıp yeni baştan mutfak yaptırdım, banyoyu 2 defa yeniden dekore ettim, bu eve göre yeni kilimler aldım, 2 defa boya badana yapıldı ve acaba kaç defa baştan aşağı silindi, ovuldu, yıkandı, temizlenecek diye debelendim.
Ben çok sevmiştim bu dairemi, tam bana göre, 2+1, salon parke, odalar tahta döşemeli, hepsi sistre yapılıp cilananınca ne gıcır olmuştu. Çok güneş almıyordu biraz şikayetçiydim ama olsun ben idare ediyordum. Arka odanın balkonunda pazar sabahları kahvaltı + gazete keyfi yapıyor, yazın güneşleniyordum bile. Her yere yakın, emniyetli, bana benzer komşular etrafımda, gak desem bakkal, guk desem tamirci, hop desek sinemalar, hadi desek bütün dükkanlar benim çevremde.
Şimdi bize çıkın, bu evi yıkacağız diyorlar. Çok eskidi, yerine yenisini, daha yükseğini, daha modern olanını, daha pahalısını, daha çok dairelisini, daha güzelini ama daha ruhsuzunu yapacağız diyorlar (bkz. Keten İnşaat-Selahattin Keten) .
Burası belki 100 senelik bir bina, yüksek tavanlar, banyo ve mutfakda mozaik taşlar, pencereler değişik, iç kapılar camlı, ince uzun, bayağı kallavi bir bina. Buranın dokusuna uygun, eski oturaklı bir hali vardı, çok şık değildi ama birkaç dokunuşla yenilenebilir, şık bir bina olurdu. İçeride zaten bir sürü yenileştirmeler yapıyorduk hepimiz.
İnsan ne fena oluyor, sanki çocuğundan ayrılacak veya memleketinden sürüyorlar seni, nasıl ayrılacağım ben şimdi evimden, komşularımdan, mahallemden, alıştıklarımdan, her ne kadar şikayet etsem de güneş görmeyen evimde çiçek yetiştireceğim diye paralanmaktan nasıl vazgeçeceğim. Balkonda domates bile yetiştirdim (bkz. wwww.pembedomates.blogspot.com).
Bir yanımda ilkokul, her sabah kuş cıvıltısı gibi çocukların çığlıkları, ilk günler yerimden fırlatıyordu beni, birbirlerini boğazlıyorlar sanıyordum, sonra zor alıştım, bir tarafda hastane devamlı ambulans sesleri, yüreğin ağızına geliyor habire, ona da alıştım. Bu yılbaşında hırsız bile girdi salonun balkonuna tırmanıp pencereyi açmış imansız, sadece cep telefonum gitti, fırsatı kalmamış başka birşey almaya, allah acıdı yine bana. Zaten ondan sonra iyice sıtkım sıyrılmıştı bu evden ama işte böyle ciddiye binince işler bir fena oluyorsun yine de. Çünkü her metrekaresine çok emek verdim, çok sevdim, uğraştım, benimsedim, güzel yaşadım, rahat ettim, huzurla oturmuştum. Çok şey paylaştık biz evimle çoook şey, bir de kapının önünde arabaya park yeri buldummu değmeyin keyfimize.
Şimdi hadi çıkın diyorlar, sizi mağdur ! etmeyeceğiz diyorlar ?? Hazirana kadar toz olursanız biz de bu binayı toz edeceğiz diyorlar, kış gelmeden hemen yapalım, en üst katı çatı dubleks yapıp 750.000 $ a satalım diye ilan bile verdik diyorlar. Ne yapacağım ben şimdi....

Ne olur bana yine buralarda ev bulalım, iş yerime yürüyerek gidip geliyordum, zaman kaybı ve araba masrafım olmuyordu. Birkaç tane yer gezdim, kiralar uçmuş, ev sahipleri kafayı yemiş veya hiç matematik okumamışlar. Emlakcılar daha da üşütük. Ne olacak benim halim. Bir gün ağlıyorum, bir gün tamam bulucaz dertlenme diyorum, bir gün panik içindeyim, diğer bir gün bunlar da geçeeerrr diyorum. Şu kafa sağlığım yerindeyken inşallah bir kapıya kulp olurum. Niye bana sayısal lotto tam bu hafta, hemen bu cumartesi çıkmıyor sanki, Keten İnşaat'tan 3 daire birden alırım evi olmayan arkadaşlarımı da alır komşu komşu otururuz dimi?
Tam bu hafta ama, bu cumartesi illa, nolurrr.

26 Mart 2007

Filmler

Beşiktaşdaki Sinanpaşa Çarşısı içindeki DVD cileri keşfettiğimden beri piyasadaki yabancı filmleri seyredeceğim diye koşturmuyorum, hem de sinemada 15 YTL veya 12 YTL ye seyredeceğim filmleri 3 YTL ye alıyorum, sonrada gidip değiştiriyorum. Millet bunu yıllardır yapardı da ben yeni keşfettim, evde seyretmek sinema perdesindeki gibi olmuyor canım derdim. Bayağı da oluyor, çünkü cebim delinmiyor, benim gibi sinema manyağı birisinin her yeni filmi yakalıyacağım diye para saçmasına yetişilir mi ?
Onun yerine Türk filmlerine sinemaya gidiyorum, bazı kaçırdıklarımı da yine DVD den izleyeceğim. Ama son gittiğim " Mavi Gözlü Dev" ve " Mutluluk" için birşeyler söylemek istedim.
Mavi Gözlü Dev filminde oynayan Yetkin Dikinciler' i zaten evvelden beri çok beğenirdim, ( "Babam ve Oğlum" daki performansı nasıl unutulur) burada da hem oyunculuğu, hem sesi, hem de Nazım Hikmet'e benzerliği çok iyiydi. N.Hikmet'in hayatından sadece bir kesit olan bir filmde bile ona yapılan haksızlığın hala devam ediyor olmasına nasıl içiniz burkuluyor, film bitince onun sözleri, şiirleri aklınıza tekrar takılıyor, ne zaman bu ayıbı temizleyeceğiz diyorsunuz. Az ve öz gayet güzel bir film olmuş, keşke onun hakkında birkaç film, belgeseller falan daha çekilse.
"Mutluluk" zaten Zülfü Livaneli'nin kitabı olarak çok güzelmiş, henüz okuyamadım, ama film o kadar naif, o kadar duygu yüklü, o kadar az kelime ile çok şey anlatan bir film ki. Oyunculuğa gelirsek zaten orada kalakalıyorsunuz (kal geliyor yani) Özgü Namal (axess'in afacan kızı) nasıl güzel oynuyor, sanki film değil de kendisi, gerçekmiş gibi. Amerikalarda bu işin ilmini okumuş yeni erkek oyuncumuz Murat Han da çok iyi, rolün duygusunu, o içinden çıkılmaz hali çok güzel dışa yansıtıyor, yılların Talat Bulut'u da bu film için mi saçlarını bembeyaz yaptı, yoksa yaşlandı da tabi hali mi bu oldu bilemedim ama o role çok oturmuştu, o da o rolün dışa verdiği etki ve duygu bakımından çok başarılıydı. Görüntüler harika, Marmaris koylarındaki manzaralar tablo gibi, konu zaten memleketin yarası, ama bakış açıları bakımından çok klişe olmadan, beylik laflar etmeden böyle usul usul içinizi oyuyor, bitince off yaa, neydi bu diyorsunuz, tavsiye ederim gidin görün bunları. Şimdi sırada "Adem'in Trenleri" var, Nurgül Yeşilçay'ı izlemek lazım.
Yabancı filmlerden de yazmadan edemiyeceğim, " Life of Others" (Başkalarının Hayatı) illa görün, harika bir film. "Skandal" çok iyi oyunculuk gösterisi, konu, tipler herkes acıklı ama seyredilir, şapka çıkartılır. Şimdilik bu kadar, devam edeceğim.


Hafta Sonu

Bu hafta sonu hem yorulma çok iş yapma, hem de gezme görme programlarımı başarı ile tamamladım. Cumartesi çamaşır yıkama ile başladım, ne çok birikmiş 3 makina oldu, şimdi onların ütüsü var. Ayy tanıdığınız ütücü varmı, ne olur bana gönderin ütücü arıyorum, herşeyi yapıyorum ama ütü işi çok gözümde büyüyor. Sonra semt pazarlarını ne çok severim. Çalışan kadın olarak alışverişler iş dönüşü marketten olmak zorunda olunca, (seçmesi kolay, bir de eve kadar getiriyorlar) pazardan alışveriş nedir unutuyoruz bile. Hadi bir de pazar yapayım dedim. Cumartesi Beşiktaş pazarı, sebzeler, meyvalar, balıklar, çorapdan geceliğe bilumum penyeler, otlar (ısırgan, radika, ebegümeçi, reyhan, v.s) hamallar, limon satmak için koluna yapışan seni bezdiren çocuklar, peynirciler, zeytinciler, kuruyemişciler (hepsinden illa bir tadarım) , çığırtkanlar, rengarenk tezgahlar çok hoşuma gider, bazen birşey almaktan çok öyle durup etrafı seyrederim. Beşiktaş pazarından semizotu aldım ne güzeldi, bezelye, enginar, bakla, bu mevsimde enn sevdiğim sebzeler, yeme de yanında yat misali. Ama niye şu semizotunu bu kadar çok balçık çamurlu satarlar, evde yıka yıka ellerim buruşur, bir de baklanın ayıklanmış paketlenmiş şeklini çıkarsalar da ellerim siyah olmasa ayıklarken. Bak enginarlar ne güzel hazırlop limon sulu torbaya oradan tencereye 5 dk sonra sofrada.
Sonracıma Pazar tuzlaya köfte yemeye gidelim dedik, sonra hadi bir de pazara girelim dedik. Ben dünden pazar açlığımı doyurmuşum ama olsun, bu başka bir semt, hem de bana hayli uzakta. Baştan aşağı gezdik, bu sefer kıyafet satanlara takıldım, merserize hırkalar sudan ucuz, at sepete, spor yaparken giymek üzere taytlar, t-shirtler çok şekerdi. Bir de kabak aldım tatlı için, nefis çıktı biterayak.
Tuzla köfteci cenneti, genelde "Kekik" köftecisine giderdik, eskilerde de "Doktorun yeri" vardı, şimdi "Filizler" diye bir yeri denedik, valla çok beğendim, tavsiye ederim, deneyin. Hava güzel, karnımız doydu, üzerine kahve, sonra pazarı dolaşma, sonra Özsütde sakızlı muhallebi üstü fıstıklı dondurma, sonra yine şehre dönüş. Pek güzel bir cumartesi pazar geçirdim.

18 Mart 2007

Nerede Kalmıştık

Ne çok olmuş yazmayalı, özlemişim. Ne fena bu kadar zaman elim değmedi, ilham gelmedi. İçimi dökemedim, yazacaklarımı, söyleyeceklerimi dışarı çıkartamadım, içimde sıkışıp kaldılar. Çoğaldılar, üst üste geldiler, birbirlerini ezdiler, eskisini unutturdular, yenisi öne çıktı, halbuki ne çok şey vardı yazılacak. Bakalım şimdi bir bir dökülürler belki.
Yeniden çalışmaya başladım, işe gidip geliyor olmak iyi geliyormuş bana meğerse. Insanı daha dinamik, canlı yapıyor. Eski işimden sonra hem moralim bozuktu, hem çok yorgunmuşum, hem de artık çalışmak istemiyorum moodundaydım. Yeter artık diyordum, evde oturdum, dinlendim, tembellik yaptım, sağa sola gezdim, uyudum, evdeki bilumum eskileri temizledim, belki daha yapılacak çok şeylerim vardı (kursağımda kaldı) ama kendimi çalışmaya hazır hissetmişim ve gelen teklif beni çok yormayacak nitelikte, çok şükür evime yakın bir yerde olduğu için hadi dedim başlayım tekrar. Bir yandan da geçim meselesi, ne kadar ekonomi yaparsan yap, para lazım. Şehrin göbeğinde, hem de enN ! semtinde otururken öyle emekli olmak olmuyormuş. Çalışmayı bırakacaksan bu diyardan gideceksin, başka türlü bir hayat tarzı benimseyeceksin.
Bir arkadaşım gönüllü olarak çalışma hayatından çekildi, öyle emekli olacak yaşta da değil zaten, çocuğumla olmak istiyorum dedi, ne iyi etti, şimdi Ada senin Moda benim geziyor, içinden gelenleri yapıyor, havanın, suyun, toprağın, çiçek böceğin tadını çıkartıyor. Tabi kocası var, feci çalışıyor, ehh işte bir denge meselesi bu. Ben yine çalışan kadın, yılların yıpratamadığı....

13 Şubat 2007

EV ALMAK


Bu sıralar kafayı ev almaya taktım. Bu kadar senedir çalışıyorum, hala kirada oturuyorum, artık yeni bir işe girip çok paralar kazanma şansım da epey azalmaya yüz tuttuğundan, kiradan kurtulup, daha mütevazi bir hayat yaşamayı (eğer hala Istanbulda oturacaksam) emekli maaşı ile veya eskiye nazaran daha az bir maaş ile geçinmeyi öğrenmeliyim. Ama hiç olmazsa kira vermeyim, kendi evimde oturayım.
Yaa bu insanların hiç insafı kalmamış, ya matematik okumamışlar, yahutta havadan para yağıyor birilerine. Ne evlere ne rakkamlar istiyorlar inanılmaz. İnşaat piyasası durgunlaştı diyorlar, bu hali durgunsa, azgın hali ne olacak acaba. Ama şimdi piyasada inanılmaz bir inşaat şekli bolluğu ve bina çeşidi var.
Mesela ilk göz ağrım, ilk reklamları çıktığında göz koymuştum ama ulaşmam neredeyse imkansız, www.tasyapi.com inşaatın Acıbadem sırtlarında yaptığı Almondhill evleri. Bina estetiği, evlerin planı, (bitince inşallah maketteki gibi olur) bahçe peyzajı falan pek güzeldi. Ne olur oradan bir daire alabilsem.
En son gözdem ise www.narcity.com da göreceğiniz evler. Maltepe-Başıbüyük sırtlarında ne güzel binalar, nefis manzaraya karşı, iç planı, bahçesi, konumu, yeri, etrafı, havası ne kadar güzel. Şurada kısmetse 5 sene daha çalışıp, şehir çocuğu olarak şehrin göbeğinde, kargaşa, kalabalığın ortasında oturmaya devam etsem, sonra oraya taşınıp ömrümün sonuna kadar bir yerlere gitmeden orada oturup yaşasam gıgım çıkmaz.
Ben böyle Ataşehir veya Ataköy evleri gibi uzun uzun bloklardan meydana gelmiş siteleri sevmiyorum. Etrafı çevrilmiş bloklar, aralarında dar sokaklar, binalar birbirine bakıyor, ortalarına süs havuzu gibi veya yüzme havuzu olarak illa bir havuz kondurulmuş evler (sanki hepimiz havuzlu evlerde doğduk, bir yüzme merakıdır gidiyor, memleket de yüzücü rekorlarından geçilmiyor !) .
Bir de sözüm ona oturanlara fayda diye sitenin ortasına kondurulan alış veriş merkezi veya bir büyük mağaza şubesi, sonra site çevresini duvarlarla çevir, al sana izole, güvenlikli herşey dahil yaşamlar. Ayrı bir köy veya kasaba yaratmalar, site hayatı, ben pek sevemiyorum, istemiyorum.
Ben böyle en fazla 6-8 katlı apartmanlar olsun, birbirlerini kapatmasın, etrafı da çevrili dünyadan kopmuş gibi durmasın, içinde yaşayanların da dışarıyı görecekleri, daha sıcak bir çevrede, ağaç, bitki bahçe ile çevrili duran binalardan oluşmuş yerleri seviyorum. İşte bu Narcity evlerini onun için çok beğendim, yine de orada da yukarıda saydığım şeylerin hepsi yok değil ama ne bileyim sanki daha bir hoşluk içinde duruyor. Tabi kendi yerine gidip görünce, örnek diye dekore ettikleri 2 daireyi de gezince tam anlamıyla vuruldum.
Ne olur yaaa, bana da buradan ev almak kısmet olsun, istediğim tipdeki daireler bitmeden ne olur, ne olur, ne olur, lütfen yaaa. Piyango, loto, on numara, şans topu, hepsi benim !!!!!!!
İnşallah Allahım acı bana azıcık.....

GÖZLÜK

İşte bana bu yaşımın, bu senenin hediyesi, yakın gözlükler. Aslında senelerdir uzağı göremem, TV seyrederken, sinemada veya araba kullanırken miyop gözlüklerimi takardım. Şimdi gazete veya ilaç içi kağıtları okumakda zorlanıyordum. Doktora gittim, miyop yarı yarıya iyileşmiş, hipermetrop fazlalaşmış (zaten herkesde 40'ından sonra illa olurmuş) az biraz da astimat varmış, şöyle ortaya karışık bir reçete çıktı. Aldım gözlükçüye götürdüm, eski uzak çerçeveye miyopları yapacak, birgün lazım olur diye birkaç sene evvel İtalya' dan aldığım yakın gözlük çercevesine de benim yakın camları takacaklar. Gözlükçü bey sen benim kemik çerceveyi kır, buyrun buradan çerçeve beğenin dedi. Ayol ben onu almışım getirmişim, bir gün nasıl olsa lazım olacak diye saklamışım, daha kullanamadan, adamın elinde çıt gitmiş. Ne üzüldüm ama ne yapacaksın, oradan yeni birşey seçtim, yapıldı şimdi alışacağım da bir şey okurken takacağım, veya ipleri boynumda öyle sallandırarak gezineceğim, her an birşeye yakından bakmak icap eder diye. Halbuki ben daha renkli lens denemesi yapmak istiyordum. Hani şu resim çektirmece yeşil gözlü olsam nasıl olurmuşmuşum acaba gibilerden...
Amaannn insana seneler ilerledikçe neler oluyor yaaa, daha neler olacak bakalım, buna da şükür.

27 Ocak 2007

Doğum Günü


24 Ocak benim yaş günümdü, benim için hoş heyecanlı bir gün ama, geçmiş tarihimize bakarsak pek de sevinçli bir gün değil. 1980 yıllarının 24 ocak kararları, 1994 de Uğur Mumcu vefatı, 2001 Gaffar Okan vefatı ve 2007 İsmail Cem vefatı yine bugüne denk geldi. Benim için pek üzücü oluyor aynı zamanda. Gittikçe enteresan bir gün oluyor bu tarih.
Bu sene hafta arasına geliyor herkes için zor olur diye cumartesiye aldım kutlama törenlerini. Ama daha bir ay öncesinden mail attım bu tarihi ayırın bir yere söz vermeyin ben sizleri muhakkak istiyorum dedim. Pek büyütmüştüm gözümde, yuvarlak bir yaşa geldiğim için herhalde biraz da özen bezen yaptım, değişik birşeyler olsun istedim. Mesela doğumdan bu güne kadar resimlerle ve esprili sözlerle hafif özgeçmişi anlatan görsel bir hikaye veya bir atraksiyon, yemek eşliğinde hafif müzik, sohbet, gır gır şamata gibi şeyler. Uzun uzun araştırdım herkese uyacak, gelmesi gitmesi kolay olacak (sandığım!!) bir yer ayarlama, fiyat, menü, saat, kişi sayısında anlaşma çabaları. Sonra neredeyse ilk okuldan bugüne kadar olan arkadaşlarımın listesini yapıp hepsine ulaşmam ve hepsini bir arada görmek istemem ve hepsini bir araya getirip beraber kutlamak arzum. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı, kimisi kırıttı sudan selden bahaneler söyledi, kimisi şehir dışında olacakmış, kimisine belki fiyat uymadı??, kimisi cevap vermeye tenezzül bile etmedi, kimisi ilk günden cevapladı, bazıları her an yardım istermisin yapılacak birşey varmı diye aradı, kimisi menüyü beğenmedi, mecbur muyuz bunları yemeğe dedi, kimisi müziği beğenmedi, kimisi ben diğerlerini tanımıyorum ki dedi (sanki tanıması şartmış gibi). Velhasıl geriye kalan sayı benim taahhüt ettiğim sayıya ulaşmayınca ben de iptal ettim. Pek bozuldum, pek kırıldım, çok kafama taktım, bu kadar hayal kırıklığı ve neden acaba yı daha önce hiç yaşamamışım, çok çok düşündüm, bi çok da şaşırdım.
Bu kadar zamandır bu kişileri arkadaşım dostlarım diye sayıyor ve bağrıma basıyordum. Herşeyi yeniden gözden geçirip, bu durumdan kendime ders çıkarmak üzere yapılacak işler listesinin en üstüne koydum bu durumu.
Ama sağolsun gerçekden seven samimi arkadaşlarım da o günden beri hergün ayrı bir kutlama ile beni neşelendirmeye çalışıyorlar, böylece bir gecelik kutlama yerine şimdiye kadar 3 ayrı gece kutlama yaşadım ve pasta kestim, daha da devam edecek görünüyor, teşekkürler gerçek arkadaşlarıma.
Biz anamızdan öyle öğrendik, çok önemli acil bir şey çıkmadığı müddetçe davete cevap verilir ve icabet edilir, dostlar böyle günler içindir, üzüntüler acılar gibi sevinçler de güzellikler de paylaşılır.

22 Ocak 2007

YAŞLANMAK


Zaman bazen çok acele geçiyor, bazen çok yavaş ilerliyor gibi geliyor bana. Bu tabiki bulunduğum ruh durumuyla ilgili birşey galiba. Aynen bazen havanın açık güneşli olmasına rağmen benim içimin karanlık olması veya kapalı yağmurlu bile olsa benim içimin neşeli, gayet pozitif şeylerle dolu olması gibi. Bunlara ek olarak bir de ortalıkta olup bitenlerle ilgili yaşadıklarımız var. Zaman zaman ne kadar geleceğe dair umut dolu, hep daha iyi olacak ümidini yitirme sakın, bunlar da geçecek duygusu varsa, zaman zaman da bundan sonra nasıl daha iyi olacak, ne yapacağız böyle giderse, ne olacak bu durumlar, nereye gidiyoruz, nasıl gidiyoruz gibi gayet ümitsiz hatta kötümser duygular da gelip gidiyor.
Kapı gibi bir adamı pisi pisine öldürdüler, daha 53 yaşındaydı, işi, karısı, çocukları, sevdikleri vardı. Yapacakları vardı, yapmak istedikleri vardı, sevdiklerine doyamamıştı, yaşamaya doyamamıştı bence. Kader diyeceğiz, alın yazısı diyeceğiz, yukarıdaki böyle istedi diyeceğiz ve teslim olacağız.
İnsan işte böyle böyle yaşlanıyor, bir olay daha, bir söz daha, bir insan daha, bir yer daha diye diye, baka baka, göre göre zamanı dolduruyor. Keşke bilebilsek ne zaman vakit gelecek diye, belki o zaman bir parça yapmaya, sevmeye, bakmaya, görmeye, yaşamaya doyarız, içimizde keşkelerimiz kalmaz, ben daha bunu yapacaktım, şuraya gidecektim, onu söyleyecektim demeyiz belki hani...
Yeni bir yıl, yeni bir yaş, yeni ümitler, hayaller, beklentiler, istekler, arzular diyecektim ama insanın içinde birşey bırakmıyorlar, yahutta ben mi çok fazla etkileniyorum, çok dertleniyorum. Belki de benim yaşım benim içimi böyle yaşlandırıyor, halbuki ne görünüşden, ne isteklerden, ne beklentilerden hiç yaşlı hissetmiyordum kendimi ama duygularım yaşlanıyor galiba. Üzülmem artıyor, sevinmem azalıyor, samimiyetsizlikler artıyor, dürüstlük azalıyor, inancım sarsılıyor. Niye niye diye sormakdan bir hal oluyorum, bu da bu yaş sendrumu herhalde. Yine de ümidini yitirme, sakın hiç vazgeçme diyorum....

11 Ocak 2007

KURU FASULYE

Bu resmi aşağıdaki yazıya yerleştiremedim, koymasam da çatlarım.
İşte soba üzerinde pişen güveçde kuru fasulye, yılbaşı gecesi şampanyanın patlama anı, bahçeden toplama yaban laleleri ve nergizler, ve de 2007 süsleri.

10 Ocak 2007

ORMANDA, BAHÇEDE, DENİZDE


Hergün yürüyüş yaptık, sabah kahvaltıdan sonra ver elini orman yolları, ağaçlar arasından patikaları takip ediyoruz, ayağımızın altındaki çam iğneleri kuru yerlerde hışırdıyor, nemli yerlerde yastık gibi yumuşacık, ne çok ne kadar sık ağaçlar, kozalaklar dolu etrafda, kuş sesleri,köpek havlamaları. Bazen de yolumuzu kaybedip ormanda kalıyorduk, neyse gelip bizi kurtarıyorlardı. Denize kadar yürüdük, papaz koyu, kazanova koyu, korsan koyu denilen yerlerde gezindik, hava nasıl sıcak, güneş mis gibi pırıl pırıl ve 31 Aralık pazar günü paçaları sıvayıp denize soktuk ayaklarımızı sonra kumların üzerinde kuruttuk, kimse inanmaz diye resimle tespit ettik (bakınız). Ben bile kendime inanamadım, belki yanımızda mayo olsaydı, birbirimizi gaza getirir yüzmeye de girerdik valla. Sonra Gagai denilen Frikyalılardan kalma tarihi yerlerde gezdik, kaya mezarları vardı, kayaların içine oyulmuş mağaralar vardı, surların üzerine tahta evler çivilemişler, etraf portakal, nar, mandalina bahçeleri dolu, arasından patika yol geçiyor, durup dalından koparıp yedik, mis gibi kokuyorlar, ellerimiz kollarımızı doldurduk, hergün bedava portakal mandalin. Burada migrosda 2,5 YTL, sinir oldum.
Sonra sahilde oba evleri denilen bir yere gittik, upuzun sahil ve kumsal, geride tahta ayaklar üzerinde yükselen tahta evler. Yazın serin serin oturmak, denize gelmek üzere herhal. Karadenizdeki yayla evleri gibi, çoğu ahşap tersalı balkonlu, bazıları şıklaştırmış, cephe kaplaması pancur v.s yapmış, herhalde kışın da oturuyorlar. Ve orada güneş batımını izledik, an be an güneş denize battı şiir gibiydi. Sonra da nasıl soğuyor birden ortalık inanılmaz. Devam edeceğim....

YILBAŞI


Yeni yıla gireli 10 gün oldu ben hala yılbaşını yazacağım, tembelliğin de böylesi az bulunur valla. Efendim bu sene yılbaşı ve bayram tatilini Antalya'ya 2 saat uzaklıktaki bir dağın tepesinde, çam ormanı içinde bir kampta geçirmeye gittim. Hemen girip bakın www.havasucamp.com .
Kumluca'dan ileri gidip tepeye tırmanıyorsunuz orman yolu içinde ağaçdan yapılma kulübeler görüyorsunuz, çok sevimli anne kız iki köpek karşılıyor sizi, biraz sonra horozlar, tavuklar etrafınızı sarıyor, şöyle etrafa bir bakayım derseniz üç sevimli kedinin yaşadığı -psikopalas- kedi evini görüyorsunuz, sonra nefis renkleriyle kazlar gözünüze ilişiyor, kafayı kaldırıp orman içine doğru bakarsanız keçilerin tırmandığını görürsünüz, velhasıl burası hayvanı bol bir yer.
Çam ağaçlarının kokuları, reçine kokusu, ağaç kokusu, sobada yanan odun kokusu, bu mevsimde bile bahar gibi açmış papatyalar, rengarenk yaban laleleri, nergizler insanı şaşırtıyor biz hangi aydayız yaa nasıl olur diyorsunuz.Ağaçların arasından görünen seralar beyaz bir sahil gibi duruyor şaşırtıyor o kadar çokki her yer sera, sonra deniz görülüyor, hele güneş çıktığı zaman pırıl pırıl görüntü nefis oluyor. Tertemiz hava, herşey yalın, sade, basit, yavaş ve sakin ilerliyor zaman, böyle bir yayılma, rahatlama hissi geliyor. Güneş varken bahçede kazakla oturma, çay, kahve eşliğinde sohbetler, veya ormanda yürüyüş (köpekler illa eşlik ediyorlar) yaparken bir sessizlik, durgunluk, sadece ağaç veya rüzgar sesi, veya kuş sesi.
Ben resmini gördüğünüz ağaç tepesindeki kulübede kaldım, odanın içinden de ağaç geçiyordu!!!! Yağmurda veya rüzgarda sallanması, gıcırdaması pek keyifli değildi ama sakin havalarda reçine kokusu eşliğinde uyumak çok enteresandı. Ufacık bir fanla ısınıyordum, bir tek odanın içinde tuvalet yok, sabah mahmurluğu pijamalarla tuvalete koşmak ve diğer müşterilerle karşılaşmak bayağı değişik bir manzaraydı. Restoran kısmında kocaman bir kuzine soba yanıyor, odun kokusu etrafı sarıyor, üzerinde ekmek kızartması mı istersin, kestane mi, sonra çay mı kaynamadı, güveçde fasulye mi pişmedi, içinde patatesli oturtmalar mı olmadı, sıcak şarap mı yapılmadı, neler neler. Yemekden sonra soba başı sohbetleri, bir kedi gibi gevşeme hali, önüm sıcak, arkam soğuk halleri pek değişikti. Çocukluğumdaki anneannemin evindeki sobalı günler aklıma geldi.
Böyle şehirden uzak doğa ile başbaşa yaşama hali ben gibi şehirliler için hem çok değişik, çok özlenen keyifli birşey, hem de ne kadar şehir çocuğu olmaya alıştığımızın, bu tip şeylerin ne kadar uzağında kaldığımızın göstergesi. Belki hava bahar-yaz olsaydı daha iyiydi ama kışın epey zorlanıyor insan. Devam edeceğim....