18 Mayıs 2006

Çiçek, Böcek, Kuşlar, Deniz




Ayy üç günden sonra nihayet bu sabah baş ağrısı olmadan kalktım, duş yaptım, saçlarımı havalandırabildim (başım tutunca kıpırdamak mümkün değil çünkü) yeşillerimi giydim (ki beni çok açıyorlar), çoraplarımı attım (ilk defa) , ılık ballı, limonlu suyumu içtim, elmalarımı soyup yanıma aldım, kuşların şarkıları eşliğinde yürüyüp ofise geldim (mutlu mesut ben !) .
Insan yeniden doğmuş gibi oluyor, ne fena şey şu ağrılar yaa bıktım valla, bir daha olmasın, önümüzdeki 3 ay inşallah tutmaz, hava da lodos mu poyraz mı karar verip bir istikrar tuttursun artık, insanların tansiyonları fena oynuyor zivanadan çıkıyorlar olacak iş değil.
Ayy 3 günlük birşey yaşayacağız ne güzel, yani tatile çıkıyorum, deniz kenarında bir arkadaşımın evine gidiyorum kismetse.
Denizin dibinde ev, küçük bir sahil kasabasında, havası latif, insanları çok kapalı veya geri kafalı değil, sabahları erkenden köye yürüyorsun, deniz kenarında balıkçılar ya avdan dönmüş balıkları boşaltıyorlar, yahutta kenarda oturup balık ağı örüyorlar. Sende oradaki çay bahçelerine oturup limonlu adaçayi içiyorsun, taze taze balık, yosun, deniz, adaçayı kokuları birbirine karışıyor. Deniz boyle pırıl pırıl, kıpırtısız, nasıl temiz, net, sahildeki taşları sayıyorsun.
Bilumum balıkçı tekneleri sahilde sallanıyorlar akisleri denize vuruyor, uzaktan suluboya tablo gibi manzara teşkil ediyorlar.
Işte ben bunları içime çekmeye gidiyorum, dönüşte neler yaptım, yine paylaşırım.

17 Mayıs 2006

Nişantaşı


Ne guzel bir gun değil mi?? Öğlende nişantaşı turuna çıktım, herkes çorapları atmış, kısa kolluları giymiş, utanmasalar askılı bluzları giyecekler, şen şakrak yollara dökülmüşler, göbekler açıkta, beller meydanda, salkım saçak küpeler, yüzlerine bir numara büyük güneş gözlükleri, röfleli saçlar, ağızlarında sakız, ellerinde telefon, omuzlarında marka (veya taklit) çantalar genç kızlarımız, kadınlarımız herkesler buralarda.
Cafeler tıklım tıkış, etraflarında yarı seyirci, yarı gazeteci, yarı avlanmaya çıkmış tipler, bu arada gerçekten bir yerde çalışan ama öğle arasından faydalanıp alış veriş yapmak için koşuşturan daha resmi giyimliler, okuldan çıkmış öğrenciler, taksiler, cipler, son model spor arabalar, kurye motorları, otobüsler, yaya veya motorlu yemek servis elemanları, yürüyüşe çıkmış yaşlılar, mankenler, dizi oyuncuları, yani ne ararsanız tekmili birden bu semtte.
Şehir merkezinde oturmayı, böyle canlı, yaşayan bir semtte olmayı çok severim ama o kadar yorucu ki aslında, o kadar gürültülü ki, yani hiçbirşey yapmasanız bile yürürken yoruluyorsun, eve gidene kadar gürültüden kafan şişiyor, çünkü herşey çok iciçe, arabalar, egzos, kornalar, yayalar, evler, iş yerleri, kazı çalışmaları hepsi bir arada. Nasıl bir mekanizma işliyor valla seyrederken helak oluyorum.
Ama güneş parlıyor, ılık limonata gibi bir hava, canlı, çoşkulu, etrafda çiçekler, kuşlar cıvıldıyor, işte bahar geldi gerçekden, ohh bee....

16 Mayıs 2006

Sezen Aksu

Hafta sonu neler yaptim ;
Cumartesi bir arkadaşımın oğlunun 1. yaş gününe gittim, bahçede kır düğünü gibiydi, çoluk çocuk, anneler babalar, dedeler, herkes vardı, şööyyle yayıldık masalara veya ayakta, binbir çeşit el emeği göz nuru yiyecekler, doğum günü çocuğunun annesinin binbir marifetle süslediği rengarenk pastalar, yok yoktu yani. Doğum günü çocuğu pek şekerdi, pek usluydu, herkesle resim çektirdi, gıkı çıkmadı, sonlara doğru uykusu geldi bayıldı artık. Böyle vesilelerle hem çoktandır karşılaşmadığın arkadaşları görüyorsun, hem onların bebeklerini, hem eskiden gördüğün bazı çocukların ne kadar büyüdüğünü, hem de annelerinin evde oturup neler yaptığını gözlemleme fırsatın oluyor. Bazı şeyler için tüh keşke diyorsun, bazı şeyler için de aman ne iyi etmişim diyorsun... (anlayan anladı).
Akşamüstü oradan ayrılıp Etiler tarafına bir başka d.günü toplantısına gittim, bu sefer yaş ortalaması yüksekti. Harvard Cafe denilen bir yer varmış yeni keşfettim, ağaçlar altında bahçesi çok güzel, allahtan hava çok soğuk değildi, ayrıca o uzun boylu sobalardan da yakmışlar, gayet rahat oturduk. Yemekler fena değildi, fiyatlar da çok fahiş değildi, tavsiye edilir bir akşamüstü gidilir. Zaten maksat sohbet olsun, doğum günü bahane, ama kaç yaşında olursa olsun d. günü çocuğu olmak hoş birşey, çocuk gibi hediyeleri almak açmak çok keyifli oluyor.
Pazar günü şimdiye kadar bulup aldığım Sezen Aksu CD lerini dinledim, taa en başından, en eskilerden bu güne, hala eksiğim vardır, liste çıkarmam lazim ama elimde olanları bütün gün sırayla dinledim. Ne şarkılar, ne müzikler, ne sözler, kaç yıl öncelere gittim, ne hatıralar canlandı, film gibi bir şey bu, o şarkıların çıktığı zamanlara gidiyorsun, o parçayı dinlediğin zamanlar gözünün önüne geliyor falan.
Ne sözler yazmış, ne şarkılar yapmış bu kadın insanın aklı almıyor, bu kadar mı duruma uyar, bu kadar mı duyguları tarif eder, bu kadar mı senin de başından geçen bir şeyi sözlere döker;
Mesela;
Vazgeçtim gözlerinden, vazgeçtim sözlerinden
Hiç tanımaz tenim ellerini, bilmez yüreğim bilmez yüreğini,
Ah bu koku bu ten bu dokunuş, ah bu delilik sarsar bedenimi,
Yok olmak zamanı şimdi...
Bir başkası;
Şu saniye esastır gel, veya hafiflettim her şiddeti geçirip aşkın içinden, ve daha nice sözler yuttum adeta hepsini.
Şimdi eksikleri de tamamlarsam iyi bir S.A. arşivim olacak.
Pazartesi biraz sağlık problemleri ile başladı, migren falan derken, salı, çarşambayı bulursak, perşembe akşamı 3 günlük tatile kaçacağız inşallah.
Dönüşte tatil anıları ile başbaşa olalım.