10 Ocak 2012

Kurallar

Elif Şafak'ın "Aşk" romanını okurken 40 kuralı hatmetmiş, çok beğenip 2009 yılında kırkını birden buraya da yazmıştım. Şimdi eskilere şöyle bir göz gezdirince bazılarını bana kapak olsun diye yeniden okudum, yeniden yazmadan da edemiyeceğim. 

Sekizinci kural
Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma.
Bütün kapılar kapansa bile, O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar.
Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.
Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır, Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
Dokuzuncu kural
Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir?
Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.
Allah Aşıkları, sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
Onbirinci kural
Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz.
Senden yepyeni taptaze bir "sen" zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
Ondördüncü kural
Hakk' ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol, bırak hayat sana rağmen değil, 
seninle beraber aksın. "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme.
Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?
Ondokuzuncu kural
Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları.
Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir.
Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin, yakında gül yollayacak demektir.
Otuzbirinci kural
Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı.
Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir.
Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp...
Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız.
Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar, kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
Kırkıncı kural
Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma!  Ayrımlar ayrımları doğurur.
AŞK' ın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk,
Ya tam ortasındasındır merkezinde, ya da dışındasındır hasretinde.....







Hayat Ağacı


İkinci filmim "Hayat Ağacı" tesadüfen yine ağaçlı bir film, nasıl denk getirdiysem, şimdi yazarken farkediyorum. Bu Terrence Malick'in Cannes'da 2011 Altın Palmiye ödülü kazanan ve bu sene Oscar kazanacağı garanti diye bakılan olağanüstü şiirsel filmi. Sadece ödül kazandığını ve Brad Pitt ile Sean Pean'in oynadığını (ikisine de bayılırım) biliyordum, başka hiçbir kritik okumamıştım, hiçbir yorum görmemiştim. Sinemada göremedim diye esef etmiştim, yine DVD sini bulunca kaptım. Çok değişik bir film, bazen film değil de belgesel izliyorum sanıyorsun, ilk başlarda bu film mi ödül aldı dediğim oldu. Artistler kayboldu gezegenin oluşumunu izledik, sonra dünyanın çeşitli bölgelerinden geçtik, denizler, çöller, ağaçlar, sular, gökyüzü sonra birden insanın ennn iç dünyasına girdik, tanrıyı aradık, sevgi, otorite, kıskançlık, şefkat, hayal dünyası, ölüm, üzüntü, paylaşma, asilik, saflık ve daha bir      sürü şey var. Anne, baba figürü, kardeşlik, arkadaşlık.
O kadar derinlikli, o kadar naif, o kadar kırılgan derken birden nasıl sert, çarpıcı sarsıcı bir film. Önceleri dağınık gibi görünen ama ilerledikçe aslında ne kadar düzenli olduğu anlaşılan kurgusu ile, görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki ile, filme müthiş katkısı olan müzikleri yapan Alexandre Desplat ile ve nefis oyunu ile büyük çocuğu oynayan Hunter Mcracken ile ince ince örülmüş nefis bir film. Belki herkes seyredemez, sıkılır, ama görmeyenler için söyleyim; sabredin, seyredin, hatta yalnız başınıza seyredin, her kareyi sindirerek seyredin, her zaman göreceğiniz bir film değil, kaçırmayın sakın. Zaten bu yönetmenden başkası böyle derin içsel sesle konuşan şiir gibi filmleri yapamaz. Aynı yönetmenin yıllar önce (1998) gördüğüm "Thin Red Line"  "İnce Kırmızı Hat" isimli filminden de çok etkilenmiştim. Sözüm ona savaş filmiydi ama insan duygularını derinlemesine anlatışı harikaydı, hala birçok sahne gözümün önündedir. O filmin oyuncularından Jim Caviezel, şimdi bayıldığım Cnbc-e dizisi "Person of Interest" kahramanı olarak yine karşımda. Bu iki filmi de görün derim ve 69 yaşındaki yönetmeni kutlayalım, çok yaşasın diyelim. Filmin afişlerine de dikkatinizi çekerim, hele üstteki....

Filmler

Bu senenin ilk filmleri, geçen seneden kalan benim görmediğim ve DVD olarak seyrettiğim iki sinema filmi. Vizyonda oldukları zaman hakkında bir sürü yazılar çıkmıştı, yorumlar yapıldı, reklamları oldu, oyuncularla söyleşiler oldu, hepsini okuduk, dinledik ama bir türlü zamanında görememiştim. Böyle olunca da söylenilenlerle, senin seyredip hakkında düşündüklerin ne kadar örtüşüyor, ne kadar katılıyorsun, ne kadar ayrılıyorsun, bunu anlamak benimki gibi zaman alan bir eylem oluyor. Keşke sıcağı sıcağına görseydim diyorum. Ama hiç görmemekten daha iyidir, sonradan görmek ve sindirmek, diye düşünüyorum.
Birincisi  Handan İplikçi'nin "Çınar Ağacı" filmi. Ne kadar tanıdık, ne kadar günlük, belki çoğu evde yaşanan, büyük bir çoğunluğumuzun başına gelen, başından geçen bir hikaye. Memleketimizde hala yaşlıların, en huzurlu, en rahat, en keyifli yaşayacakları  zamanlarını ne yazık ki çocuklarına bir yük müş, bir sorun muş gibi yaşadıkları, hiç istenmeyen konuşma, davranış, durum ve muameleye maruz kaldıkları dönem olması ile mutsuz oldukları bir durum, bir gerçek. Herhalde bundan daha güzel anlatılamazdı. Dört çocuk, damat, gelin, torunlar, kızı, oğlu hepsi tekmili birden. Memleketten insan manzaraları, karakter farklılığı, yapı, duruş, davranış şekilleri, herkesin kendine göre haklı nedenleri, kendini haklı gördüğü yer ve zamanlar. Hepsinin yerine kendini koyarak bakarsan hak vereceğin şeyler. Ama dışarıdan bir göz olarak bakınca yaptığın kritikler, ben olsam ne yapardım düşünceleri, ama olur mu canım nidaları, e o da haklı şimdi kabullenmeleri. Gülmek, ağlamak, en küçük toruna bayılmak, anneanneye hayran olmak, her roldeki sanatçının rolünün hakkını dibine kadar verdiğini seyretmek ve hayran olmak. Çok güzel bir film, bayıldım, keşke herkes seyretse, ama herkes, anneler, çocuklar, torunlar, anneanneler, damatlar, gelinler herkes seyretse, hemen elinde ne varsa kıymetini bilse ne güzel olur. Benim gibi doyamadan gidenlere rahmet okur. Ne anneanneme, ne anneme doyamadım.