18 Kasım 2006

GEL - GİT ' ler 30.10.2006

Insanın duyguları o kadar çok değişiyor ki bazen kendi bile şaşıyor. Biraz önce şöyle hissediyor düşünüyordum, şimdi böyleyim gibi. Yani ruh halimiz mi diyelim acaba, böyle bir kırılgan hassas, bir ellesen çatlayacak durumu, ama sonra daha sağlam, daha dik duruşlu, daha kuvvetli bir hal, yani iniş çıkışlar.
Bu çok yorucu aslında, yani bu git gel'ler, ama iyiki de oluyor sonunda dengeyi buluyorsun. Bunlar olmasa daha çok batacaksın, belki de hiç çıkamıyacaksın. Moral dediğimiz şey de bence bu ruh hali. Moralim bozuk bugün diyoruz mesela, yani ruh halim inişde, karalar bağlamaktayım, ne desen fayda etmez, belki güneş açarsa ben de düzelirim. Sonra bugün moralim iyi diyoruz, yani ruh halim çıkıyor yukarılara, gel-git'ler bitmiş, deniz karaya varmış, güneş açmış, kafamda büyüttüklerim küçülmüş, ben de teslim olmuşum, herşeyi olduğu gibi kabullenmişim falan yani.... Size de oluyor mu ???

HAVA KARARIYOR 03.11.2006

Günler iyice kısaldı ve karardı. Sabah kalkıp kahvaltı ve gazete okuma faslından sonra spora gidip eve geldikten sonra neler yapacağımı planlayıp işe koyulunca bir bakıyorum gün bitmekte. Ne çabuk kararıyor ortalık, hele bir de hava yağmurlu ise akşam oldu sanki hissi başlıyor, bende bir telaş, istediklerimi yapamadım, gün boşa geçti gibi hisler oluyor.
Neyse yine de şükür, az da olsa keyif yapıyorum, yapmak istediğim evdeki ıvır zıvır işlere dalıyorum. Nasıl olsa yetişecek bir yerim ve zamanla sınırlı yetiştirecek şeylerim yok artık. Tamamen bana kalmış zamanları harcıyorum. Bu aslında büyük bir lüks, farkındayım. Çalışan arkadaşlar benim için de bir saat fazla uyu diyorlar veya şunları, bunları benim için de yap diyorlar. En güzel tarafı istediğim müzikleri koyup, kahvemi de yapıp bunları yazmak veya sıkıldım deyip oturmak, bir film takıp seyretmek.
Film deyince aklıma "Dönüş" filmi geldi, Almodovar'ın son filmi, güzel film, anlatışı, filmin akışı, kadın tipleri, hele Penelope Cruz ne hoş kız, saçı, duruşu, dekoltesi iyice vurgulanmış. Sanki yarı fantastik bir film gibi, sonunda hepsi kafayı yedi diyorsun, salondan çıkarken hoş bir tad bırakıyor. Kadınların türlü çeşidini böyle incelikli bir anlatımla sergilemek de bu adama mahsus sanki.
Bir de 1980 darbesini çok detaya girmeden anlatan ama gayet vurucu noktalara değinerek anlatan, Sibel Kekilli'nin ödül aldığı, ne kadar duru bir ifade ile oynadığı dönem filmi "Eve Dönüş" filmini görün derim. O günleri yaşayanlar daha iyi takdir eder ama işkence sahnelerine dayanabilirseniz seyredin ve bu işten yağdan kıl çeker gibi sıyrılarak şimdi adeta saygın bir isim gibi kenarda oturup ahkam kesen birilerinin !! bu memleketin insanlarına neler yaptıklarını seyredin. Hele o yılları yaşamamış gençler illa görsün ve bizlere neleri unutturduklarını bir daha hatırlasınlar. Filmin sonunda verilen rakkamları toplayın kaç kişi eder bir daha düşünün.
Herşey o kadar basit değildi....

15 Kasım 2006

YENİDEN, YENİ BAŞTAN

15 Kasım 2006
Merhabalar,
Çok şükür kavuşturana, nasıl özlemişim ben buraları, yazmayı, okumayı. Ne kadar çok olmuş buralara girmeyeli, içim bir tuhaf oldu.
İşten ayrildiğimdan beri ara sira internet cafelere girip maillerime bakıyorum veya en acil internet işlerimi yapabiliyordum, banka işleri v.s.
Arada evde içimden gelen duygulara göre de ufak ufak yazılar yazıyorum ama onları blog'a yerleştiremiyordum ve eve PC bağlantısı için Telekomcuların gelmesini dört gözle bekliyordum.
Malum ekim başından beri kampanya yaptılar ona müracaat etmiştim, 20 gün oldu hala gelecekler de PC getirecekler ve adsl bağlantısı yapacaklar. Ne olur lütfen hadi gelin artık...

Bugün bir arkadaşın ofisindeyim, bana otur yaz, çiz, oku ne istersen yap dedi, ben de burada döktürüyorum işte. Ne hoş bir duygu, nasıl ben kaç günlerdir yazamadım ne fenaydı yaaa...
Evde yazdıklarımı sonra buraya yapıştıracağım inşallah.
Şeker bayramından beri evde oturuyorum, ne başka bir iş aradım, ne ilanlara baktım. Sadece bazı arkadaşlarımın haber verdiği 1-2 firmaya gidip görüştüm. Anladığım kadarıyla çok ümitsiz vak'a değilim, niteliklerim sayesinde başka iş bulmam çok zor değil, yeterki şartlarımız karşılıklı birbirimizi tatmin etsin. Son 6 yıldır evden çıkıp yürüyerek 15 dk sonra ofisde olmaya alıştığım için şimdi uzak diyarlara gitmek, araba, otobüs, dolmuş, vapur veya servis aracı kullanmak bana kabus gibi görünüyor. Ama Allah muhtaç etmesin insan herşeye alışıyor, mecburiyetten kabul ediyor, bakalım bana ne çıkacak.
Hele şöyle bir kafamı toplayım, biraz dinleneyim, evdeki işleri hızaya sokayım elbet ben de tekrar çalışmaya başlıyacağım.

Sabah 8.30 gibi kalkıyorum, bir koca bardak suyumu içiyorum, sonra bir elma yerken gazetemi okuyorum, sonra kahvaltı yapıyorum, 11.00 gibi spora gidiyorum, 2 saat kendimi paraladıktan sonra eve donup birşeyler yiyorum. Eğer dışarıda yapacak işim yoksa evdeki bilumum birikmiş ıvır zıvır işlere bakıyorum. Kütüphaneyi baştan aşağı indirip kitapları ayıklamak, bazılarını arkadaşlara, bazılarını okullara göndermek, birikmiş gazete küpürlerini konularına göre tasnif etmek (seyahat var, sağlıklı beslenme var, beğendiğim makaleler var), diğer rafları yerleştirmek, hep sonra bakarım diye bir kenara koyduğum şeyleri elden geçirmek, resimleri bir araya toplamak, albümlere yerleştirmek (daha yapılacak). Bilumum çekmecelerdeki lüzumsuz şeyleri temizleyip herşeyi yerli yerine koymak. Birikmiş dergileri okumak, hemen verilecekleri ayırmak.
Taa geçen kıştan kalma örgüleri bir araya getirmek ve mevsime göre örülecekleri öne almak. (bir yazlık bir kışlık 2 tane lacivert hırka bekliyor, bir bej rengi kışlık kazak bekliyor, hepsinin 1-2 parçası bitmiş öyle kalmış). Sonra da devamlı alınıp sıraya konulmuş ama bir türlü firsat bulunup okunamamış kitapları okumaya başlamak (belki 10 tane yeni kitap bekliyor, hem okuyamıyorum, hem de almaktan vazgeçemiyorum).
Tabi bütün bu işler yapılırken de evdeki bilumum CD leri duruma göre ya bangır bangır yada hafif mood da çalmak, dinlemek. Valla çok hoş oluyor hepsi, böyle bir ferahlama, hafifleme hissi, çok işler başarmışsın duygusu, torba torba çöpleri kapıya koyma zevki, evde yer yer boşluklar olma görüntüsü bambaşka bir şeymiş, tavsiye ederim.
Ama eğer dışarıda yapılacak işiniz varsa eğer, daha bir tanesini yapana kadar akşam oluyor. Mesela banka işleri, hep internet üzerinden yapıyordum ya şimdi şubeye gitmeye muhtaç oldum, ayy sıra nosu al, bekle bekle, ne kadar ağırlar, ne cinsler, iki satır birşey yapacaklar akşam oluyor sen de deliriyorsun. Mesela Yapı Kredi Bankası, Koçbank ile birleşti ya, bütün işleri eline yüzüne bulaştırdı, ne hesaba girebiliyor, ne internetten ulaşabiliniyor, ne yeni şifre kabul ediyor, beşyüz kere git gel, deli ettiler beni.
Sonra T.Vakıflar Bankası, ayy Allahın unuttuğu bütün tipler bu şubede toplanmış, nasıl seçmeceler ama görmek lazım. Onlar da banka kartımı 20 günde değiştirdiler valla, 2 kere gidip gelmece.
Neyse işte bu tip şeylerle oyalanıyorum, ara sıra internet cafeye giriyorum maillerime bakıyorum, 2 satır yazıyorum. Ama oralar da bir acaip, ya yanıbaşına püf püf sigara içen biri düşüyor, burada içilmez yasak diyorsun, ne yapayım ben duramam içerim sen git diyor. Ya da 3 çocuk yan yana oturuyorlar, oyun oynuyorlar, gürültü patırdı, hatta birbirlerinin başında bekleyiğ dişarıdan müdahele ile ahkam kesmeler. Ne konsantrasyon kalıyor, ne okuduğunu anlama. Oralarda blog yazılırmı allah aşkına.
Hadi şimdilik bu kadar, yine buluşmak üzere...