1 Ocak 2011

2011

Hoşgeldin yeni yıl.  Umarım güzel şeyler getiriyorsundur. Çünkü her türlü bunalmış, bıkmış, yorulmuş herkes istese de istemese de beklentiler içinde oluyor ve sanki yeni yıl olunca, olumsuz şeyler gidecek hep olumlu şeyler gelecek sanıyor. Hastalıklar, kötülükler, yokluklar, tüm negatif şeyler, kişiler, haller, olaylar geçmişte kalacak, bir gecede herşey pozitife dönüşecek, yoklar var olacak, olmayanlar olacak, hastalar iyileşecek diye umuyor, bekliyor, sanıyor. Oysa bir gecede hiçbirşey değişmiyor, sadece kendimizi koyuveriyoruz, amaaannn yıl bitti hepsi geride kaldı, önümüze bakalım belki bu sefer daha iyi olur diyoruz, umuyoruz, bekliyoruz çok haklı olarak. Çünkü çok yoruluyoruz, maddi manevi yıpranıyoruz, eskiyoruz, bıkıyoruz, bütün bir yıl boyunca her türlü koşturmaktan bitap düşüyoruz. Tekrar şarj olmak lazım, yeniden koşmaya güç bulmak, yeniden umutları yeşertmek, hedefleri yükseltmek, beklentileri beslemek lazım. Yoksa hayat hoş ve boş olurdu. Seveceğiz, üzüleceğiz, bekleyeceğiz, öğreneceğiz, okuyacağız, gideceğiz, döneceğiz. Sabır, dayanıklılık, umut, heyecan, sevinç, şans, sağlık, hastalık, olumlu, olumsuz herşey bizler için, herşey bizim başımıza gelecek. Bunları yaşayacağız, hayatı dolduracağız, kendimizi deneyimleyeceğiz ve bizde kalan tortularından ne çok şey öğreneceğiz, sonra bir yaş daha olgunlaştık diyeceğiz. Ben bir arkadaşımın evinde kalabalık olarak yeni yıla girdim, hep kalabalık olayım diledim. Çok güzel yemekler yedik, güldük, eğlendik, sohbet, müzik, içki ve tombala ile geçti. Evin en küçük misafiri 23 günlük bebekti, pespembe mercimek kadar bir kız bebek. Ona bakmak, yanaklarına değmek, böylesine minicik bir mucize bana iyi geldi. Sonra evime dönüp sabaha karşı uyudum. Bugün ilk gün, bu sabah kapıda nar patlattım, bolluk bereket diye. Saçılan nar taneleri gibi yıl boyunca her tarafa seyahatler yoluyla saçılayım diye. Yeni aldığım taze sütten yoğurt yaptım, beyaz sayfa açtım kendime. Sonra kabak tatlısı pişirdim ağzımız tatlansın diye. İlk günün ilk yemekleri, ilk aksiyonları, haa sabah bir de yürüyüş çektim, sağlıklı sportif olayım diye. Şimdi akşamdan kalan güzelim yemeklerden kendime yaptığım paketlerle ziyafete devam edeceğim. Yarın belki denizaşırı yollara düşerim. Hepimize güzel ve aşk dolu bir yıl olsun.

31 Aralık 2010

31 Aralık 2010

Geçen sene sonu ne yazdığıma baktım ne kadar sakin, beklentisiz, sade ve enn içimdekileri yazmışım. Şimdi şöyle bir gözümün önünden koca bir seneyi geçirsem, birden ne kadar kısalıyor ve ne çabuk günler aylar sıralanıveriyor gözümün önüne geliyorlar. Sanki dün gibiydi derler ya aynen öyle oluyor, ne çabuk oldu bitti, nasıl geçti, neler yaşandı, kim geldi gitti, neydi ne oldu falan filan geçti işte, bitti işte. Ya koca bir sene ya kısa kısa günler deyin, hayat yaşanıyor ve çabucak geçiyor. Çok şükür bana ve aileme zarar ziyan verecek şeyler, kendi adıma veya ailem adına üzüleceğim şeyler olmadı. Sadece çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybettim o da bütün kimyamın, bazı fikirlerimin, görüşlerimin değişmesine sebep oldu. Bir arkadaşımın bebeği oldu, tazecik pembe bir bebek sevdik, bir arkadaşım boşandı, yeğenim askere gitti, ben beni benden alan ve halen de devam ettiğim "ebru sanatı" ile tanıştım, yazın güzel tatiller yapıp denize kavuştum, kitaplar okudum, filmler izledim, konserler dinledim, üç arkadaşım kızlarını evlendirdiler. Düşündüm düşündüm halen de düşünüyorum. Kendimle didişmeyi, hayatla çekişmeyi, insanlarla debelenmeyi bıraktım, hayatı dinliyorum kendimi akışa koyuvermeye çalışıyorum. İş bulamadım belki artık bulamıyacağımı kabullenmeye çalışıyorum, az parayla gecinmeyi öğrendim, öğreniyorum, tatmin hissini yaşayıp çula çaputa harcamamayı öğrendim, mala paraya gereğinden fazla anlam yüklersen hepsi senden kaçar olduğunu öğrendim. Arkadaşlık, dostluk, eski tanışıklık veya çok yeni tanışıklık arasındaki farkı, iyi gün - kara gün dostluğunu öğrendim. İç huzurum arttı, sufizm ve tasavvuf konularının tam bana göre, gönlüme göre olduğunu öğrendim, üzerinde daha çok çalışıp, okuyup bin fırın ekmek yemem gerektiğini öğrendim, evim ve arabam olduğu için ne kadar çok insandan daha şanslı olduğumu öğrendim. İyi bir insan olduğumu, kendime güvendiğimi, daha da güzel günlerin geleceğini biliyorum, hiç bir şeyden korkmayarak bu günlerimi aratmaması için hergün dua ettiğimi biliyorum. Daha da iyileri, güzelleri, enn bereket ve bollukları, neşe ve sağlıkları, mutluluk ve şansları hepinize diliyorum.
                     ''Her gün bir yerden göçmek ne iyi
                      Her gün bir yere konmak ne güzel
                      Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
                      Dünle beraber gitti cancağzım
                      Ne kadar söz varsa düne ait
                      Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.''
                                                                      Mevlana

30 Aralık 2010

Fazıl Say ve Borusan Filarmoni Ork.

Bir sene aradan sonra tekrar Borusan Filarmoni'nin konserine gittim. Eksik olmasın bir arkadaşım seyahati sebebiyle gidemiyeceği konserin biletini bana verdi. Bir zamanlar Lütfi Kırdar salonunda her ay tekrarlanan nefis konserlere aboneydim hiçbirini kaçırmazdım. Hey gidi günler !!  Bu sene 3 günlük Fazıl Say festivali yapılmış gazetelerden takip ediyordum, ben sonuncusuna denk geldim. Önce Gershwin'den "Rhapsody in Blue" yu çaldı Fazıl Say. Eğer Gershwin dinleseydi şapka çıkarırdı, bu güzelim eseri emprovizelerle süsleyerek daha da güzelleştirdi. Çok beğenildi, çok alkışlandı. Zaten orkestra çok kuvvetli kaç senedir orada çalanları yetiştiren Gürer Aykal geçen sezon misyonunu tamamlayıp şefliği Sascha Goetzel'e devretmişti. Şimdi zaman zaman misafir şef olarak programda yerini alıyor. Tüm sazlar her notanın hakkını vererek çalıyorlar ve kusursuzluğa erişiyorlar bence. Müzik bilgim sınırlı, teknik bilgim hiç yok ama yıllardır kulağım gelişti sanırım. İkinci eser F.Say'ın bestesi "İstanbul Senfonisi" idi. Bir eser bu kadar mı ismi ile uyumlu olur. Gerçekten bize notalarla İstanbul'u anlattı, ilk notalarda duyduğumuz deniz dalgaları seslerinden sonra vapur düdüğüne, tren seslerinden şehir karmaşasına, camilerden eğlencesine her köşesini tasvir etmiş sanki.  Ney, kanun, bendir, kudüm sazlarının da orkestraya eşliği ile harika bir senfonik eser dinledik, mest olduk. Nostalji, Tarikat, Sultanahmet Camii, Hoş Giyimli genç kızlar Adalar vapurunda, Haydarpaşa Gar'ından Anadolu'ya gidenler üzerine, Alem gecesi, Final isimli 7 tepeli Istanbul'a 7 bölümlük bir senfoni yazdığını anlatan Fazıl Say konser sonunda belki 15 dakika ayakta alkışlandı. Ben çok etkilendim gözümden yaşlar geldi. Sahnede nerede duracağını, elini nereye koyacağını, bize nasıl teşekkür edeceğini bilemeyen Say, G.Aykal'ın yardımı ile geldi gitti, geldi gitti. 4. bölümü tekrar çaldılar ve bizler bravo sesleri ile ortalığı inlettik. Bir insan ancak onun gibi dahi bir sanatçı olursa, bilgisi ile duyarlılığını, kabiliyeti ile dehasını birleştirerek böyle şeyler yapar. Diğer günlerde de başka bir eseri "Nirvana Yanıyor" çalınmış henüz onu dinlemedim ama bu senfonisi gerçekten bu şehir için yapılmış en iyi, en uygun, en şahane bir eser. Dilerim yeni yılda memleketimizdeki bütün Devlet Senfoni Orkestraları  bu eseri programlarına alırlar ve çalarlar, herkes dinler, haberdar olur ve zevkine varırlar. Senelerdir her konser üzerine giydiği siyah kadife ceketi (sanki başka bir kıyafet alamazmış gibi) piyano çalarken yaptığı tuhaf sayılabilecek hareketler, notaları ağızınla mırıldanarak söylemesi, sivri çıkışları, spastik gibi davranışları ve herşey bir yana Fazıl Say gerçekten büyük bir sanatçı ve saygı duymalı önünde eğilmeliyiz. Ah arkadaşım ne iyi yaptın da biletini bana verdin, tekrar teşekkürler. Bana yeni yıl hediyesi oldu bu konser.

Filmler

Yine epey ara vermişim buraya, halbuki hergün yazacak birşey buluyordum dur toptan yazarım diyordum ve günler geçiyordu. Önce son gördüğüm filmlerden söz etmek isterim. Belki geç kaldım ama olsun içimi dökeyim. "Av Mevsimi" ne kadar güzel, ölçülü, sıkmayan hatta eğlendiren, merak ettiren, çekimleri, planları, konumları, kullanılan yerler, renk, ışık açısından ne güzel bir film. Oyuncular harika döktürüyorlar, herkes yazdı, tiyatro kökenlisi var, zaten film oyuncusu var, bir de aslında pek hazzetmediğim hele gösterisine para verip gitmeyeceğim, daha önceki filmlerinin hiçbirisini izlemediğim, tv de görünce yarım kulak dinleyip yarım göz baktığım Cem Yılmaz var. Ve bu adam filmi götürüyor, her hali, her duruşu ayrı bir hikaye, rol yapmıyor, sanki o anda gerçekten yaşıyor gibiydi. Okuduğum kadarıyla yönetmenden diğer oyuncu arkadaşlarına kadar, film eleştirmenlerinden ben gibi halktan insanlara kadar herkes hayran kalmış ve takdir etmiş. Ben bile bayıldım ona, hele haydee şarkısını söylemeye başladığı sahne, şarkıyı söyleyişi ( bu arada o sahne bence, sahne sahne ödül verme gibi bir uygulama olsa bütün ödülleri toplardı) çok çok hoşuma gitti, epey duygulandırdı. Hala görmeyenler illa gitsin görsün, filmi yaşasın. Film bitince salonda koltukta şöyle bir kala kalsın. Bir de galiba hala oynuyor "Turist" filmi var, A. Jolie ve J.Depp , hani hoş ve boş filmler vardır ya işte onun gibi birşey. Ama A.Jolie'nin güzelliği, kıyafetleri, takıları, Paris ve Venedik manzaraları, J.Depp'in muzır bakışları çok güzel, çok iç açıcı, vaktiniz varsa gidin seyredin, hoş vakit geçirin, film bitince salondan suratınızda gülümseme ile ayrılın.