29 Haziran 2008

DÖRT AY OLDU

Yine eski rekorumu egale ettim, (yani yine yineledim) dört aydır evde oturuyordum, (işsiz kalıp evde oturma süresi 4 ay değişmedi yine).

1 Temmuzda işe başladım nihayet. Nasıl geçti bir de bana sorun, bazen neşeli, bazen çok üzgün, bazen ümitsiz, depresif, bazen moralini bozma, bunlar da geceçek hali ile. Çoğu zaman tamam artık çalışma hayatın bitti, B planı yapmaya başla. Tamam burada sana artık ekmek yok, bu kirayı da ödeyemezsin, eh daha bir kasabaya yerleşip inzivaya çekilecek kıvama da gelmedin o zaman tıpış tıpış Gebze'ye doğru yollan, bir de orasını dene bakalım diye kendimi havaya sokarak. Yahutta niye şartları zorluyorsun, değiştir hayatını çek git Ayvalık'a yerleş, ne yaparsan yap, otur orada zamanla insan herşeye alışıyor, neden olmasın diye acı acı ağlayarak, düşünerek, bekleyerek, lütfen ne olur bir şans daha, ben iyiyim, hala çalışırım, ben çalışarak ayakta duruyorum, ben daha bu şehirden gitmeye hazır değilim, biliyorum, birşey çıkacak karşıma, benden anlayan birisi ile yolum kesişecek, benim gibi birine ihtiyacı olan bir patron, müdür, birisi vardır elbet diyerek.
Bazen ağlayarak, bazen de yeter yaa ucunda ölüm yokya, (olsa ne olur, ölümden mi korkuyoruz sanki) en fazla ne olur sanki diyerek, bazen de iyi düşün iyi çağır, kuvvetle iste, ne istersen o olur uygulaması yaparak dört ay geçti işte. Birikmiş paralar suyunu çekmişti, pat diye gelen ay başları kira ödeme gıcıklığı, diğer faturalar ve daha bugüne kadar yapıp da artık yapamadığın şeylerin dayanılmaz ağırlığı ile geçen günler.
İşte çok şükür geçti, bitti, Allah yüzüme güldü, benden anlayan! bir patron çıktı, bana bir şans veriyor, beraber çalışıyoruz, Allahım beni utandırma, adamı pişman etme, nerede kalmıştık, aynen devam diyorum.
Sanki bir his, inceden inceye, alttan alttan duyduğum, sanki ben biliyordum böyle olacağını, içimde bir his vardı, zaten onun için de çok üzüldüğüm zaman içimden bir ses boşuna üzülüyorsun, etrafı dinleme, kendine güven, neden söylenenlerden etkileniyorsun, ümitsizliğe düşüp kendine güvenini yitiriyorsun diyordu. Sanki zamanı var, bekle, hayat sana birşeyler öğretiyor, bunun altındaki manayı gör, bırak nasıl olsa olacak birşey hissi. Sanki ennn içim biliyordu da dışıma anlatamıyordu böyle olacağını. Ahh unutmadan şu özümü dinleyebilsem, o herşeyi biliyor ve zamanı gelince uyguluyor, sabret, güven, akışa bırak, sadece iste, gerisini havale et. İşte hep bunu unutuyorum ve tekrar hatırlayana kadar anam ağlıyor.
Hayat tekrar teşekkür ederim sana.

TEKİRDAĞ - 15 Haziran



Bu sefer de yine günü birlik Tekirdağ'a gittik, 1,5 saatte ulaştık, İstanbul'dan çıktıktan sonra yollar çok güzel, yol hep yeşillikler arasından geçiyor. Tekirdağ 'da gezilecek, görülecek çok yer yok, sadece Macarlar ile bir bağımız varmış, her sene 16 temmuzda buraya gelip kutlamalar yapıyorlarmış, bizi pek severlermiş, kardeş şehir meselesi galiba. Eskiden bir Macar kontu orada yaşamış, evi şimdi müze olarak kullanılıyor, restore edilmiş, çok güzel bir bina.
Ayrıca Arkeoloji müzesi var, bahçesinde tarihi kalıntılar sergileniyor, müzede de enteresan şeyler var. Namık Kemal'in yaşadığı ev var, müze olmuş, sergi galerisi olarak da kullanılıyor. Sakin bir şehir, kıyı boyunca ilerlemiş, sahilde çok şeyler var, pazar, çay bahçeleri, lokantalar, kahveler, balıkçılar, ve daha ne ararsanız. O hafta Kiraz Festivali varmış, her boy, her çeşit kiraz sergileniyordu, hatta kiraz yarışması da yapılmış, seçilen enn birinci kiraz nerdeyse erik kadardı. Köftesi meşhurdur ya, manzarası çok güzel ama ne yazık ki köfteleri pek güzel olmayan bir yerde yedik, çok da hoşnut kalmadık, keşke başka yerde yeseydik dedik. Ama önemli olan beraberlik dedik.
Bir ara nasıl sağanak yağmur yağdı, belki 45 dk kadar otobüsde bekledik, ama seller gitti adeta. Sonra durdu, bir güneş açtı, bütün sular çekildi gitti, sanki buharlaştılar. Alt yapısı çookkk iyi bir şehir, gelde burada arama, o yağmurun yarısı yağınca heryer felç oluyor. Gezelim, görelim.....

EDİRNE 18 Mayıs Pazar


18 Mayısda bizim dernekle günü birlik Edirne'ye gidip döndük. Buradan otobüsle 2,5 saatte gidiyorsun otoban, yollar nefis çok rahat.
Edirne'nin bu kadar yeşil ve güzel bir şehir olacağını hiç tahmin etmemiştim. Zaten içinden su geçen şehirler hep güzeldir ya, burası da Arda, Tunca, Meriç nehirlerinin geçtiği bir yermiş, bir yerde bu nehirler birleşiyor, biz de kıyısında oturduk. Selimiye Camii gerçekten muhteşem, Mimar Sinan'ın ustalık zamanım dediği gibi ama 80 yaşındayken yapmış olduğu çok görkemli bir cami, fotoğraflarda anlaşılmıyor görmeniz lazım. Buradaki gibi kapalıçarşısı var, ayrica Eski cami de çok güzeldi, duvarlarında hat yazıları var, Arasta çarşısı, Rüstempaşa avlusu, etrafındaki binalar otele dönüşmüş, Kervansaray Otelleri gibi. Sonra biraz şehir dışında Sultan 2.Beyazıt Külliyesi var, burasi cok enteresan, Trakya Üniversitesinin üstlenmesiyle diğer katkıda bulunan firmalar sayesinde restore edilmiş. Kocaman bir alanda düşünün, medrese, cami, tıp merkezi, müze, avlu, bahçeler hepsi bir arada ve harika olmuş. Osmanli zamanında Edirne başkent olmuş, burada ilk Tıp Akademisi kurulmuş, daha da eski zamanlardan itibaren hastaların su ve müzikle tedavi edildiği yermiş. Medresenin odalarının herbirini müze haline getirmişler ve cansız mankenlerle o zaman yapılan tedaviler canlandırılıyor. Çok şaşırıyorsun, o devirlerin giysileri, aletler, dekor, hocalar, talebeler falan geçmiş yaşatılıyor. 2004 yılında Avrupa Sağlık Müzesi ödülü kazanmış, 2007 de ödüllü müzeler arasında 1. olmuş. Bütün külliyenin restorasyonu tamamlanınca harika bir yer olacak.
Sonracıma, sokaklar ciğerci ve köfteci dolu, meşhur Kazım ustada Edirne ciğeri yedik. Pamuk gibi ve ince ince kesilmiş tava yapılıyor, bu kadar mı güzel olur, sadece yanına kırmızı soğanlı maydanozlu garnitür yapmayı bilmiyorlar, kurutulmuş acı kırmızı biberleri kızartıp getiriyorlar. Köftesi de çok güzel, ama Beşiktaşda çarşının içinde var, ben arada bir ısmarlıyordum. Yoğurdu bir harika, ama tam yağlı tabi hergün yenmez, ama orada herşeyi boşverip yumulduk. Sonra Keçecizade'den fıstıklı lokum aldık, selanik kurabiyelerinden tattık (ay şeklinde un kurabiyesinin bir değişiği), badem ezmesi yedik.
Vasat bir şehir ama yeşili bol, ucuz, (yoldaki tezgahın üzerinde satılan bakla dalından yeni kopmuştu, nasıl körpe, 2 ytl kilosu, iki bileğim kalınlığında dereotu 1 ytl) aldım pişirdim, burada aldıklarımdan bu kadar mı tadı farklı olur.
Nefis beyaz peynir en pahalısı 9 ytl. Kaşkaval peyniri meşhurmuş orada, ama vakit kalmadı bulamadık alamadık.
Bazı sokaklar sanki zamanın ötesinden kalmışlar gibi, eski cumbalı evler var, aynı Rum evleri gibi, kapılar, penceredeki demirler, merdivenler, herşey öyle duruyor sanki. Bazıları az biraz restore edilmiş, bir evde gözüm ve aklım kaldı valla. Param olsa hemen alır restore ettirirdim, o kadar şirindiki.
Kapıkule sınır kapısının yakınından geçtik, Sinan'ın yaptığı köprülerden gectik, Karaağaç yolu iki tarafı nefis ormanlık ve yeşillik, sonunda meriç köprüsü dibinde oturup çaylarımızı içtik.
Arasta çarşısında aklınıza gelen tüm meyvalar sabun şeklinde yapılmış, canlı gibi duruyorlar, boy boy satılıyor, ceviz, sarımsak, erik, limon, nar, mantar şeklinde sabunlar harikaydı.
İşte böyle, yurdumuzda ne köşeler var, ne yerler var, yıllarca yurt dışına gittim, oralara hayran kaldım, İtalya'nın kiliselerini, tüm tarihi yerlerini ezberledim, ama burada da neler var, gezmekle bitmez. İyi ki burada doğmuşum ve yaşıyorum diyorum hergün.
Gezelim görelim arkadaşlar, inşallah birgün fırsatınız olursa bu şehre gidip gezin.