4 Ağustos 2010

Denizin halleri


Bu dalgalı yeşil turkuaz deniz, rüzgar yön değiştirince durdu, rengi bile değişti. Poyraz esince dalgalı, lodos esince durgun oluyor orada. Tam buraların aksine. Bütün rüzgar ve deniz bilgilerim alt üst oldu. Bir de dalgalıyken sıcak olan deniz durgunlaşınca soğuk oldu. Pek enteresan.
Ama oraları geç keşfettiğime, bu güne kadar neden birkaç defa gitmiş olmadığıma dertlendim. Denizi çok seven benim gibi birisi için çok önceleri görmeliydim. Yine de çok şükür diyelim, hiç göremeyebilirdim hala.
Marmaris, Ayvalık, Kaş, Bodrum, Çeşme, denize doyamadığım yerler.

BUİKA

Bu kadını iki sene önce keşfetmiştim. "Nina de fuego" isimli albümünü dinlediğimde kim bu yaa, bu nasıl bir ses ve ne şahane şarkılar demiştim. Hatta geçen sene İşsanat'ta konsere gelmiş kaçırmışım. Bu sene tekrar festival kapsamında geleceğini duyunca nasıl heveslenmiştim. Ama yine olmadı. Burada konser vereceği zaman ben Çeşmedeydim, sonra Çeşme'ye de geldi, kalede konser verdi, ben orada olduğum halde gidemedim, bilet bulamadık, falan filan. Şimdi duydum ki yine geliyor ve Suada'da konser verecek, ama çok pahalı biletler nasıl gideyim ben şimdi ona, haksızlık bu yaaaaaa..... 
İyiki CD leri var, onları alıp günde on defa falan dinlemek, hele arabada dinlemek nasıl da bir keyiftir, anlayan anlar. Bir röportajında aşağıdaki sözleri söylemiş;
"Bir sanatçının sadece güzel ve hoş şeyler değil, acılarını da şarkılara yansıtması gerekir"  .
Dergilerden alıntı yapacağım bu hanımı anlatmak için ; 
"""""İspanyol sanatçı  Afrika’ya uzanan etnik kimliğini zenginleştiren İspanyol kültürünün de etkisiyle caz, funk, flamenko, gypsy rumba, Afro-Küba ritimleri, copla ve yeni soul’u incelikli ve derin bir şekilde bir araya getiriyor. "Nina de Fuego" albümü ile kariyerinin en dokunaklı ve keskin işine imza atan şarkıcı, yazdığı sözlerin içeriği ve güzelliğiyle olağanüstü vokalinin yanı sıra iyi bir şarkı yazarı olduğunu da kanıtladı. İspanya’nın Grammy’si olan Premio de la Música ödülü sahibi Buika’nın New York konseri The New York Times eleştirmeni Jon Pareless tarafından “Mucizeden başka bir şey değil” şeklinde tanımlanmıştı. Gitar, piyano, bas ve çello gibi birçok enstrümanları da çalabiliyor. Müziğin ticari yanından çok performansıyla ilgilenen Buika için sahne, kendisi ve izleyiciyle derin bir bağ kurabildiği bir mekân olduğu için önem taşıyor ve tam da bu yüzden performanslarını izleyen herkes yalnızca büyüleniyor."""""

Bence son albümü “El Ultimo Trago" da da çok güzel şarkılar var, hele ilk parça "Soledad" ama önceki albümdeki bu şarkı damardan geliyor bana, ingilizce çeviri sözleri de ne güzelmiş. Ama ispanyolca kelimelerle sanırım sözleri daha etkili oluyor şarkıda. Ben de buraya koyuyorum.

(No Habra Nadie En El Mundo)

There Won't Be Anyone in the World
Since water is free
Lives free between springs,
Jasmines have cried  and I don't understand how,
In your eyes girl, there is only desert.
The afternoon was beautiful, when between the olive trees no one,
No one saw how I loved you, How I love you.
Today the olive trees sleep and I don't sleep.
There will be no one in this world who can cure
The wound that your pride left,
I don't understand how you hurt me
with all the love that you gave me
When you would come back, I thought about singing you old stanzas, those that spoke of love and suffering, when you come back girl, I"ll eat you with kisses.
And we'll fly high to where clouds go slowly.
My mouth will go slowly over your body, so slowly that it's certain time will stop.
There will be no one in this world who can cure, The wound that your pride left,
I don't understand how you hurt me with all the love that you gave me.

Alın bu CD leri, döne döne dinleyin.  Konserine gidebilenler de şanslı olduklarını hatırlasınlar.

Çeşme Marina

Bu Çeşme'nin Marinasını ve Kalesini de yazmadan geçemiyeceğim. Kaleyi gezemedim ama dışarıdan gördüğüm kadarı ile, altındaki, tiyatrolar ve sergiler ile, etrafındaki çınaraltı kahvesi ile pek güzel bir yerdi. Çeşmenin sahili de pek hoş, kordon boyu gibi yürüyorsun, gezi tekneleri, balık restoranları, dondurmacı, tatlıcı, meydanı ve dükkanların sıralandığı sokağı ile bayağı kalabalık bir yer. Sahili havadar, esintili ama sokak içi bunalım. Meşhur Rumeli dondurmacısından sakızlı, karadutlu dondurma yedik. 
Sonra Marina yeni yapılmış, çok şık, çok güzel bir yer, her marinada olduğu gibi şık şık kafeler, restoranlar var, nefis tekneler var, ufak köprülerle, geçitlerle yollar birbirine bağlanıyor, marka butikler, dükkanlar, çok gezilesi bir yer. Yeni açıldığı için herkes orada. Çeşmeye yakışır oldu, çok şey katacak diyorlar.
Çeşmenin çevre yolları da çok güzel olmuş, bağlantılar, levhalar, giriş çıkışlar düzenli. Aynı şekilde İzmir'e gelen yollara da bayıldım, İzmir'in etrafını dolaşıyor, otoban üzerinde neredeyse her semte giriş var. Bir de Manisa'dan İzmir'e gelirken Akhisar ve devamı yollarını da beğendim. Manisa ne kadar yüksek bir yermiş. Gelecek seyahate kadar... 
  

Alaçatı


Bu Alaçatı'yı son yıllarda basında, tv de ne çok gördük, okuduk, duyduk, her yaz, Alaçatı mı, Bodrum mu gibi çekişmeler, yok sörf yapanlar, meşhurlar, yeni açılan restoranlar, yok kapış kapış alınıp restore edilmis butik otele dönüşmüş binaları, eski taş evleri ile içimiz dışımız Alaçatı olmuştu. Ben de merakiye olarak illa göreceğim. Bir haftalık Boyalık koyundaki arkadaş evinden 4 günlüğüne Alaçatı'daki başka arkadaş evine transfer oldum. Eksik olmasınlar gitmediğim görmediğim ne kaldıysa oraları planladılar hemen. Gerçekten yaşanılan alan olarak çok güzel bir yer, meşhur çamlık yolu, iki tarafındaki muhteşem evler çok güzel. Habire o yoldan gitmek istedim. Şimdi o yolun kenarlarında bayağı genişce kaldırımlar yapmışlar ve üzerinde peysaj mimarlarının oluşturduğu ağaçlık, çiçeklik yerler yapıyorlar, çocuklara oyun ve basket sahası, yürüyüş yapanlara dinlenme bankları koyarak gerçekten çok güzel bir yol ve kaldırımlar hazırlıyorlar. Neden o yolun fotografını çekmediğime hayıflanıyorum şimdi. Sonra Alaçatı pazarı ne kadar şahane bir pazar, güzelim kıyafetler satılıyor, bizim salı pazarı veya Etiler pazarında o kadar güzellerini bulamazsınız. Fiyatlar da yöreye rağmen uçuk kaçık değil. Bir kere şık şeyler var, öyle ihraç fazlası toplama mallar gibi değil. Sonra sebzeler, meyvalar, baharatçılar bildiğimiz pazar işte. Sıcakta ve kalabalıkta hareket etmek için epey sabırlı olmak lazım. Burada arada sırada bulduğumuz bir demet deniz börülceleri orada battal boyda, çok da lezzetli. Akşamüstü eski köy denilen bölgeye akmaya başladık. Benim derdim evlerin fotolarını çekmek.  Önceden gece gelip piyasa yapmıştık, daracık sokaklar üzerine masalarını koymuş restoranlar, kafeler, mallarını sergiliyen dükkanlar, seyyar tezgahlar derken insanlara geçecek yer kalmıyor ama yine de akın akın bir insan kalabalığı ya aşağıya doğru ya da yukarıya doğru gidip geliyor. Bu resimde gördüğünüz sokaklar, bina önleri ana baba günü oluyor. Onun için akşam olmadan ortalık hafif serinleyince bir gidip dolaştık. Eski değirmen civarı çok bakımsız, nedense onu da restore edip etrafına güzel kafeler yapmamışlar. Belediye el atmadığı gibi kimse de gönüllü çıkmamış bu güne kadar. Manzarası olan hoş bir yer. Hemen dibinde artık çok az kalmış olan ve korumaya alınan sakız ağaçları var, resmen sakızlar akıyor üzerinden. Aynı ağaçları sokakdaki bazı restoranların arka bahçelerinde de görmüştüm, kesmeyip hoş dekorasyon yapmışlar, hele bir tanesi gövdesini sarmalamış sakızlar oturanların üzerine akmasın diye. Sokak üzerindeki yerlerin bazılarının ön cepheleri de çok güzel ama içeri girip arkaya geçince orada karsınıza bambaşka yerler çıkıyor, arka avlular, bahçeler, balkonlar, binanın arka tarafı ön taraftan daha keyifli, daha sakin ve şık. Tabi orada oturan arkadaşların söylediğine göre birkaç sene evveline kadar bu binalar bu kadar bakımlı değildi, kimisinin yerinde marangoz vardı,
kimisinin yerinde bakkal, lastikçi falan... Son yıllardaki eğilim ve rağbet hepsinin milyon liralara el değiştirmesine ve o zaman akıl edip de almayanların şimdi dövünmesine sebep olmuş. Alaçatı'nın deniz tarafına gidemedik, sörf yapılan denizini göremedim, bir dahaki sefere inşallah. Ama o taş evlerin bazıları o kadar güzel ki, eski pancurları ile, orijinal kapıları ile, pencereleri, avluları, cumbaları ile aslına uygun yenilenmiş harika olmuşlar. Çoğu ev sahipleri evin etrafındaki bahçelerini de bakımlı ve çiçek ağaç ile güzelleştirerek evladiyelik işler başarmışlar. Araba plakaları çoğu İstanbul veya Ankaralı, İzmirli'nin zaten evi çoktan vardır. Şimdi biz buradakilerin yeni merakı, inşallah batırmayız oraları. Restoranlar acaip şık, mumlar, çiçekler, gazetede okuduğum kadarıyla menüleri, gelenleri, gidenleri ve de fiyatları ile seyirlik. Çok şirin ufak dükkanlar var, zeytinyağı, havlu, peştemal satıyor, veya harika elbiseler satan butikler, veya spor kıyafetler  v.b. ler.
İmren pastaneleri adım başı, kaç tane vardı sayamadım, oranın en eski pastanesiymiş, şimdi restoranı da var, sokak içindeki dükkan eski bina pek şeker, yukarı meydandaki yeri ise çok havadar ve güzel mi güzel genç kızlar garsonluk yapıyor. Her gece burada yürüsen, oturup birşey yiyip içsen bıkmazsın. Gece sabahlara kadar devam ediyor, çoluk çocuk, genç, yaşlı herkes sokaklarda. Sıcak bir yandan, mehtaplı geceler bir yandan, tatil bir yandan akıııp gidiyor.
Sonra bir de Dalyan denilen koy var, ben biraz Ağva'ya benzettim, böyle deniz içeri girmiş nehir gibi oluyor, nefis yatların durduğu küçük bir marinası ve pek şık balık restoranları var. Sessiz sakin bir yer, millet sadece balık yemeye geliyor oraya, herbiri ayrı hoşlukta sahil boyunca masalar, yine geride çok güzel evler var. Dolmuşla kolay gidilen bir yer. Bizim gittiğimizde henüz karanlık olmamıştı, bir yandan da mehtap yeni çıkıyordu. Fotograf çok başarılı değil ama manzara nefisti.
Sonracıma bir gece de Ayayorgi'ye aktık. Burası da nefis bir koy, keşke gündüz de gidebilseydim. Babylone, Marakeş,  Paparazzi    gibi klüplerin olduğu gündüz plaj, gece klüp disko, olan yerler. Milletin gündüz müzik eşliğinde denize girdiği, bazen kıvırttığı, hergün o şurada görüldü, bu orada bilmem napıyordu diye okuduğumuz beach lerle dolu yerler. Paparazzi'ye gitmiştik. Buradaki Reina gibi biryer, kocaman bir alan, deniz kıyısında masalar, set set yukarı çıktıkça ağaç altı yerler, açıklık, ferahlık, set üstünde bir bar ve nefis manzara, mehtap da vardı o gece. Ama yaş ortalaması 15-30 arası, çalınan çoğu parçaları tanımıyoruz diye konuştuk. Ve bendeniz nihayet buzlu bir jagermeister içtim, denizi ve mehtabı içime çektim, boyum uzadı. Bu tatil çok dolu dolu geçti, binlerce kere şükürler olsun, emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Daha ne fotolar var...... 

Ildırı

Çeşme'nin bir başka koyu da Şifne. Deniz kenarında Termal otel var, sıcak su havuzları, önce sıcak su sonra deniz. Ama havuz o kadar fazla sıcak ki ben 2-3 dk durabildim, su sıcak, hava sıcak fena oluyor insan. Güzel bir yer, ağrıları, sızıları olanlar için nefis bir tatil yöresi.
Sonra Ildırı denilen o güzelim koy. Sanki başka memlekete gelmiş gibisin. Yine bir sürü sitelerin, güzelim evlerin arasından geçip geliyorsun, araba lazım, biraz uzakta. Ama sonra bir ufak koya geliyorsun, tekneler duruyor, ördekler yüzüyor ve meşhur balık lokantaları. Hele bir tanesi iyice meşhurmuş, gitmeden önce Güngür Uras'ın yazısını okumuştum pek methetmişti. Ali Baba'nın yeri. Ildırı zaten gün batımı muhteşem oluyor diye rağbetteymiş, sonra da balık ziyafeti pek güzel oldu.
Benim arkadaşımın ailesinin senelerce gidip geldikleri bir yermiş, hatıralar canlandı. Ama günün ışıklarının ve havanın renginin değişimini an be an izlemek çok güzeldi. Akşam karanlığı olmadan önce kızıllık mora dönüşüyor, sonra parliament mavisi ve karanlık başlıyor. Bu sefer ışıklar yanıyor sahilde, evlerde, yollarda çok güzel bir manzara vardı.
Bu arada Çeşme'de mutlaka yenmesi gereken şeyler sakızlı kurabiyeler, sakızlı dondurma, sakız tatlısı, sakız reçeli de alın dönerken. Herşeyde sakız var illa. Ben severim zaten, dondurmasına doyamadım. Sonra karadut ve balbadem dondurması, midye dolması (ufak midyelerden yapıyorlar, bir oturuşta 20-30 tane yersin valla) ve illa kumru. Özel bir ekmekten (nohutluymuş galiba) yapılıyor, sandviçin şekli kumru şeklinde, içinde peynir, sucuk kızartılmış şekilde, masaya gelirken nefis bir salatalık turşusu ve feci acı biber turşusu ile birlikte geliyor, en az iki tane yersin, çok lezzetliydi, çok güzeldi valla. Ha bir de pidecisi var, incecik lezzetli pideler, şimdi olsa da yesek....

Çeşme

Bu sene ikinci tatil daveti Çeşme'de annesinin yazlığı olan bir arkadaşımdan geldi. Sağolsun kendisi, kızı, annesi, ben bir hafta beraber olduk. Altınyunus yanında Boyalık denilen koyda çok güzel bahçeleri olan, ağaçlar, çiçekler, çimler içinde güzel bir sitede ev. Sitenin havuzu da var ama deniz varken hiç bakmam, iş olsun diye 1-2 defa uğradık. Deniz ne kadar güzel bu Çeşme'de. Yeşil, turkuaz, mavi, lacivert şeklinde sıralanıyor. Dalgası da rüzgarı da meşhur tabi. Allahtan esiyor yoksa 37 derecede durulmazdı. Ama ben sakin düz denizlere alışkın, rüzgarı da pek sevmeyen birisi olarak ilk günler dayak yemiş gibi oluyordum, denizde şöyle kulaçlar atarak yüzmek mümkün değil, dışarısı da esiyor, şöyle gazete kitap okumak keyifli değil. Neyse sonra alıştım ve dalgalarla oynadım, ne hoş, ne keyifli, suya bata çıka mücadele. "Altınyunus" eski görkemi, şaşası olmasa da marinasındaki tekneler azalsa da, içindeki birçok dükkan kapanmış olsa da 80 li yılların en popüler yerlerinden biriydi ve o kadar geniş bir arazide koskoca bir tesis olarak pek havalıydı. Şimdi hemen ilerisindeki yeni açılan sosyetik "7800" oteli pek popüler, çok değişik bir mimarisi var, her katta teraslar ağaçlar, uzaktan bütün bina tahta kaplı gibi duruyor, şık bir plajı var, Istanbul'un meşhurları dolduruyormuş. http://www.7800cesme.com/  Ama ondan önce "Rooms" diye eski adı "Denizkızı" olan bir otel var, çok gösterişli bir bina değil ama çatısı enteresan çadırın tepesi gibi konik biçimde. Oda+kahvaltı olarak çalışan, etrafında fazla gürültü ve kalabalık olmayan, çok sade ve şık odaları, bahçesi ve terası, restoranı ve plajı olan tam kafa dinlemelik harika bir otel. Hemen yazdım defterime, bir gün yolum düşer inşallah.
Çeşme ne kadar çok alternatifi olan bir yermiş, tabi araban varsa çok daha iyisin, yoksa ya yürüyeceksin, ya da dolmuş kullanacaksın. Çünkü kaç tane başka başka koyları var, denize girmek için, balık yemek için, gece klüpleri için v.s. herbiri ayrı güzel, herbiri ayrı rüzgarlar alıyor, kimisi sakin, kimisi dalgali, kimi taşlı, kimi kum, seç seç al.
Paşalimanı koyuna gittik, ne kadar güzel bir yer, hem çimler üzerinde masalar var, hem kumda şezlonglar. Set set denize iniyorsun, uzun taş iskele üzerinde veya ağaçlar altında konuşlanabiliyorsun. Ufak bir bar ve nefis patates kızartmaları, dondurma, içeçek daha daha neleri var. Tabi oraya ancak araba ile gidersin. Yolda harika evlerin, sitelerin arasından geçtik.
Sonra Ilıca bölgesi, hayran oldum, tam benim sevdiğim tek katlı ya önden arkaya uzayan ya da enlemesine geniş evler, geniş bahçeler, palmiye ağaçlarının birkaç çeşidi, karabiber ağaçları, çimler, japon gülleri, zakkumlar, güller, yaseminler ve daha bir sürü güzelim çiçeklerle dolu bahçeler, evler ve aralarındaki sokaklar. Ilıca harika bir yer, orada yaşamak çok isterdim. İzmir'in zenginlerinin illa burada yazlığı varmış, başka hiçbir yere gitmezlermiş, haklılar. Ilıca'nın halk plajı da kocaman ve denizin görünüşü muhteşem. Sahil boyunca oteller, evler ve nefis manzara. "Sheraton" otel de pek muhteşem duruyor o sahilde. Ayrıca "Nars" diye bir otel var. 18.yy dan kalma Tosun paşa'nın yalısıymış, restore etmişler, özel bahçesi, özel plajı ile butik otel olmuş, sonra internette odaları da inceledim, inşallah sayısal bana çıkarsa bir sefer de orada kalırım, çok şık, harika bir yer. http://www.nars.com/  Ayrıca Alaçatı'da da aynı otelden var.