19 Mart 2013

Antibiyotikler

Şubatın son günleri hafif boğazım ağırmaya başladı. Soğuk mu içtim, dolaptan birşey mi yedim neler oluyor derken ağrılar artmaya başlayınca bu gidiş iyi değil daha fazla beter olmadan, kırıklık da başladı deyip sağlık ocağı doktorunun verdiği antibiyotikleri bir kutu (7 adet) içtim. 1-2 günlük iyilik oldu tamam atlattım derken ben tekrar boğaz ağrısı ve bu sefer sıtmaya tutulmuş gibi titreyerek günler yaşamaya başladım ve tekrar doktora gidip bu ilaç bana yaramadı benim boğazım geçmiyor ne yapalım dedim, bu sefer başka marka antibiyotikleri verdi (ayrıca 7 tane) soğuk ve sıcak içme bunları kullan, vücut kırıklığı için de şu ilacı al yat dedi. Bir hafta daha bunları içmeye devam etmeye doğru giderken bendeki titreme olağanüstü boyutlara geldi kaç hırka, kaç çorap, kaç battaniyeye sarıldıysam da para etmiyor, gece gündüz titriyorum. Boğazım kapanacak neredeyse su veya çorbadan başka birşey geçmiyor ve halsizlikten kolumu kıpırdatamıyorum. 3 gün sonra bu ilaçlar bana birşey yapmıyor, bende başka bir şey var deyip, daha önce gittiğim başka bir doktoru eve çağırdık Benim boğazımı görünce korkan doktor ağır bir vakasınız, ateş çok çıkıyor ama bu ilaçlarla bastırıyorsunuz onun için iğne tedavisine başlıyalım, haplarla olmayacak bu dedi ve 1 gr lık antibiyotik iğnelerinden bir sabah bir akşam olmaya başladım. 6 tane iğneyi olduğumun sabahı ben bir titreme bir üşüme bir terleme, sular içinde kalma nöbetleri şeklinde baygın bir halde, iyileşemiyorum ve dayanacak gücüm kalmadı artık ambulans çağırıp beni hastaneye götür diyebilmişim. Bir yandan da öksürmekten çiğerlerim parçalanıyor.
Hep yolda görünce veya arabada giderken arkama gelince elimin ayağımın birbirine dolandığı ve içindeki hastaya dua ederek Allahım hemen yetişsin diye korkuyla baktığım ambulansda ben gidiyordum bu sefer. Çok garip bir his, hem kötü hissediyorsun, hem sireni çaldıkça bu ben miyim başkası mı oluyorsun, hem de çok fenayım biran önce yetiştir beni diyorsun. Zaten ateş ve fenalıktan elimi oynatamıyorum. Neyse hastaneye geldik acile yattık, doktora ilaçları ve ne zamandır neler yaptığımı zar zor anlattım. Boğazımı gören doktor fena yapmışsın, bu virüs, antibiyotik içmene gerek yok, içeceksen de kültür yaptırman lazımdı. Bu ilaçlar sana iyi gelmek şöyle dursun, daha da beteri boğaz florasını yok etmiş, açık yara halindesin, bağışıklık sistemin yok olmuş bakalım neler yaparız dedi. Serum bağlandı, ateş düşürücü iğne yapıldı, boğazımdan kültür alındı, çiğer röntgeni çekildi ve ben birazcık olsun daha emin ellerdeyim ve iyileşeceğim hisleri ile baygın uyumaya çalıştım. O akşam hastanede kaldım gereken tetkikler, tansiyon, ateş ayarlamaları ve içmem gereken ilaçlar eşliğinde ertesi gün eve çıktım. Bugün bu hastalık başlayalı ve tam olarak iyileşmeyeli 20 gün hastaneden çıkalı bir hafta oldu. Çok şükür ateşim düştü, boğazımın şişleri geçti ama tam manasıyla acımıyor diyemiyorum, öksürük alerjik reaksiyon şeklinde nöbetleşe gelip gidiyor. Boğazımdan katı yiyecek geçmeye başladı ve titremeden oturabiliyorum. Ama çok güçsüzüm, iki adım atınca yoruluyorum, bu sabah gazete almaya gittim dönene kadar akla karayı seçtim, yollarda bayılıp düşeceğim diye korktum. Dün hastaneye kontrola gitmiştik, doktor daha 3 haftan var dikkat et ancak geçecek dedi. Basit bir virüsün yaptığı ve iyileşeceğim diye içtiğim antibiyotiklerin beni getirdiği duruma bakın, bundan böyle Allah muhtaç etmesin ama kattiyen antibiyotik içmem, boğazıma gerekirse de kültür yapmadan kattiyen almam, kulaklara küpe olsun. Benim gibi bu işleri okuyan, anlayan dinleyen birisi bile doktor kurbanı oldu, üç günlük iş uzadı 23 gün oldu neredeyse. Yine de çok şükür diyorum, daha da iyi olacağım günleri bekliyorum. Her sene bahar çarpardı beni, bu sene bu epstein virüsü çarptı fena halde. Aman dikkat aman aman.

Papatyalar

Bence dünyanın en mütevazi, en güzel ve en gösterişli çiçeği papatyalar. Hem renk renk oluşları, hem duruşları, hem de insanda uyandırdığı duygular bakımından çok güzeller. Bugünlerde yollar, dağlar bayırlar bunlarla dolu. Beyaz ve sarı renklileri, hafif turuncumsu olanlar ve mor papatyalar. Mor olanlarına burada rastladım ilk defa, geçen sene bahçelerde görünce nasıl bir renk bunlar olmaz böyle şey demiştim. Diğer renkleri her yerde görüyoruz buluyoruz zaten. Istanbul'da yaşarken de sokakdaki çiçekcilerden birer demet alıp evde vazoya koyunca nasıl içim açılırdı. Şimdi de sabah yürüyüşlerde topladıklarımı getiriyorum eve. Mor olanlar daha seyrek bulunuyor, onlar öyle her önünüze gelen yerde açmıyorlar, özel olarak dikmek lazım. İnşallah bu hafta pazarda varsa alıp bahçeye veya balkonda saksıya ekeceğim mor papatyalarımı. Doğa, çiçekler, ağaçlar olmasaydı ne yapardık acaba. Hele deniz, güneş olmasa ben ne yaparım.

Sokak kedisi Bıdık

Daha önce yazmıştım, arkadaşımın evinin bahçesinde çok sevdiğim ve nüfusuma geçirdiğim kedim Bal ile ilgili duygularımı. Nasıl sonradan kedi sever olduğumu, elime alamıyorum ama ucundan ucundan sevdiğimi, aşı, mama gibi şeyleri harfi harfine yaptığımızı, sabah akşam geldiğini, akşamları evin içine alıp ayağımızın dibinde yatışını, sürünüşünü, memnuniyetten çıkardığı mır mır seslerini, beni benden aldığını anlatmıştım. Ama kedilerin nankör olduklarını unutuyor insan işte. Bizim kedi Bal daha şubat başında kayıplara karıştı. Eeee mart geliyor normaldir dediler, öyle gider etrafta zamparalık yaparlar, dolanırlar, stress atarlar sonra gelirlermiş. Mart bitiyor daha ortalıkta görünen yok. Bu arada geçen yaz benim evin altındaki komşuların daha bir haftalık bebek olarak getirdiği, bahçeye bıraktıkları ve dört kardeşten üçünün 2-3 ay içinde yok olduğu sadece geriye bunun kaldığı bir kedi maceram daha var. Hiç tipim olmayan, kafamı çevirip bakmayacağım tip ve renkte bu kedi kendi kendine ortalıkta gezindi, alt komşum gelip gittikçe ona mama bıraktı. Ben de kedi sevmeye başlayan yeni heves bir tip olarak hadi yazıktır bebektir, ben de buna iki lokma vereyim, suyunu koyayım demeye başladım. Çok konuşkan beni görünce bir mırlama bir miyavlama, birşeyler anlatmaya başlıyor, ben de ona aynı seslerle cevap verip bir sohbettir tutturuyoruz. Merdivenleri çıkıyor peşimden kapı aralığından içeri dalıyor halının üzerinde kıvrım kıvrım haller, konuşmalar, neyse söz dinliyor ve sonra dışarı çıkıyor. Adını Bıdık koydum, Bal kedim kayıplara karışınca bunda teselli bulmaya başladım. Aslında mevsim icabı bu da etrafa açılım yaptı, her gün muntazam gelen kedi bir hafta on gün yok oluyor, sonra tekrar çıkıyor ortaya, nereye gider neler yapar hiç anlamıyorum. Neyse ki evin yolunu buluyor ve aynı atiklikle merdivenleri çıkıp kapı önünde serenada başlıyor. Ben de mama, parazit aşıları ile idare ediyorum, diğeri gibi nüfus kağıdını çıkartamayacağım ama bakıyorum işte. İki gün sonra bu da satar beni, çok bağlanmamak lazım. Eh evin içine de alamayacağıma göre bu kadar muhabbet yeter. Ama çok alem bu hayvanlar, dakikalarca seyrettiriyorlar kendilerini, hele beni sev okşa halleri, sırnaşmaları yok mu, oyunlar yapmaları. Mesela bu Bıdık paspas püskülü ile deliriyor, kapının önünü paspas yapmam gerektiği zaman görmeniz lazım neler oluyor. Kaşla göz arası ancak bu kadar fotosunu çekebildim. Yazın bir yaşında olacak Bıdık bey.

Orkide

Yan evdeki komşum 2 aylığına Istanbul'a gitti, giderken de hepsi açmamış, tomurcuklarla dolu, bu harika çiçeği bakmam için bana bıraktı. Hayatımda ilk defa orkide baktım. Güneş sever dedi, pencere kenarına koydum, 3 günde bir alttan sulayacaksın dedi, yaptım, ayrıca müzik dinlettim, onunla konuştum, iltifat ettim, fotografını çektim, lütfen sakın bozulma, sakın küsme, komşum gelince seni görünce bayılsın, benim ufak orkidem nasıl böyle büyüdü güzelleşti desin dedim. Valla beni utandırmadı, büyüdü, açıldı serpildi, çok güzel oldu. Komşum döndü geldi, çiçeğini görünce çok şaşırdı hem de çok memnun oldu, bizde vedalaştık bu güzeller güzeli orkide ile. Çok zarif bir çiçek, bir gün benim de olacak inşallah.

Baharlar Açtı

Havalar ısınıyor, güneş daha çok gözükmeye başladı, gerçi buranın sağı solu hiç belli olmuyor ama çevreye bakınca insanın içi gülüyor, hele yeşillikler ve aralarındaki renkler çok güzel bir manzara oluşturuyor. Epey günler geçti yazamadım, burayla ilgilenemedim, bir sürü şey birikti, iz bıraktı, bazıları kolayca geçti, bazıları çok zor geçti. Yağmurlar fırtınalar oluştu, yolları su bastı, daha üç gün önce lodos fırtınası balkondaki koca dolabı devirdi, içindeki kuru erzaklarım, kavanozlarım ve daha bir sürü şey tuz buz oldu, mercimekler fasulyeler ortalığa saçıldı, bir dolu şey parçalandı gitti. Ben şaşkınlıktan bakakaldım, balkonun tenteleri söküldü uçtu, güzelim çiçeklerim devrildi, sardunyalarımın kırmızı çiçekleri yolundu. Hepsi 3-4 saat içinde oldu bitti. Geriye savaştan çıkma bir balkon ve şaşkınlıktan ağzı açık ben kaldık. Burası da böyleymiş işte, yaşayarak öğreniyoruz. Bakalım daha neler göreceğiz. Ama bahar dallarını seyretmek çok güzel, şimdilerde yeşil yapraklara dönüştüler, bu fotoyu şubat ortalarında çekmiştim.