İlk okuldan beri kitap okumayi çok seven, gittikçe edebiyata gönül veren, sonra da yazmayı keşfeden, böylece hem içini rahatca döken, hemde bir gün bir gazete ekinde köşe yazma hayali ile yaşayan bendenizin, zamana, duruma, olaylara, iç halime göre döktürdükleri.

Karşı evlerin çatılarına martılar konuyor, konuşuyorlar, yiyecek arıyorlar, sonra hepsi birden havalanıyorlar, arada kargalar geliyor, havada birbirlerine rastlıyorlar, ağaçların dallarına konup öyle bekliyorlar, düşünüyorlar, sonra bir ses oluyor jet gibi havalanıp kaçıyorlar. Ağaçlar yapraklarını döktü iyice çıplak kaldı, şimdi arkalarında ne var ne yok meydana çıktı, gece ışıklı daha bir güzel oluyorlar, gündüz sanki hüzünlü, çıplak dallar, kurumuş yapraklar tek tük. İlk geldiğimde yemyeşillerdi, ne kadar çoktu arkası gözükmüyordu, fotograflarını çekemedim, sonra sarardılar, kızardılar, yine çekemedim, şimdi hepsi yerlerde, hatta onlar bile bitti, çöpçüler süpürdü gitti. Bu başlangıç olsun, kış ile başladık, bakalım dört mevsim görecekmiyim burada. Hava kapalıyken pek kasvetli, ama güneş olunca ışıl ışıl seyretmesi güzel.

Bu bayram günleri hüzünlü günler bence. Şimdi aile büyükleri, anne baba varsa ve yakında oturuyorlarsa iyi, uzakta iseler, gitmek mi zor, kalmak mı zor, tatile gidip kafa mı dinlesen aile ziyaretleri mi yapsan ikilemi içinde buluyorsun kendini. Ayrıca artık eskisi gibi ev gezmeleri, büyükleri ziyaretleri de kimsenin merakı değil niyese. Eğer rahmetli olmuşlarsa daha da zor, özlemek, eski günleri aramak, kaç yaşına gelirsen gel, hala çocuk gibi hissetmek ve ellerini öpmek istemek ne kadar zor oluyor, hele mezarlarında ziyaret edip erken gittin diye konuşmak ne hüzün, ne acı veriyor. Hele ailede büyük kalmamışsa veya kalanlar da uzakta ise, hele sen buralarda yalnız birbaşınaysan eğer...