26 Mayıs 2006

Yorum

Bugün cuma saat 18.15 ben hala ofisdeyim, halbuki patron daha öğlende kaçtı, ben de gitsem ya. Yok böyle bir miskinlik, bir uyuşukluk sardı beni, evvelden sonra yaparım diye salladığım bir sürü birikmiş şeyler masada her tarafı kaplıyor. Biraz ondan biraz bundan temizlik yaptım, yarın tatil, havaya girsene dimi, ama hava bulutlu puslu oldu insanı havaya sokamıyor.
Bu Istanbul'un havasının çalışanlara eziyetidir zaten hep. Hafta arası pırıl pırıl, sıcak, hafta sonu kapatır, utanmasa yağmur yağar filan...
Yazılarıma yorumlar gelmesi beni çok sevindiriyor, hele hiç tanımadıklarımdan gelen iki satır beni nasıl heveslendiriyor bilseniz....
Şimdi çıkıp bir sinema yapacağım, bakalım yeni neler var.
Bu arada "Da Vinci'nin Şifresi" filmini gördüm, beğendim, kitabını okuyamamıştım, okuyanların beğenmediğini, eleştirmenlerin olumsuz şeyler yazdıklarını okumuştum, niye acaba ? Ne güzel, sürükleyici, heyecanlı iyi bir film, tavsiye ederim.
Haftaya yeni yorumlarda buluşalım.

Ne demiş şair,

24 Mayıs 2006

Gittim, gördüm,geldim


Üç günlük birşey diye bir şarkı vardı, aynen onun gibi işte. Perşembe akşamı yollara düştük, bütün garajlar, yollar ana baba günü ( bu laf da ne demekse), herkes bir yere gidiyor, otobüsler 10 dk da bir araba kaldırıyorlar. Neyse kazasız belasız gittik, sabah bir indik ki, hava hafif puslu ama o ne dinginlik, o ne sessizlik, her yer yeşil, zaten yol boyunca da seyrettik, bütün ağaçlar, çiçekler, böcekler, kuşlar, kelebekler hepsi birden yola çıkmış.
Arkadaşlarımın evine gitmiştim, ev halkı yaşlısı genci biraz kalabalıktı, bayağı canlı geçti.
Ama benim için mühim olan çevre olduğu için evin bahçesinden başladım, nar çiçeği renginde tabak kadar güller açmış, yapraklari yere dökülmüş halı gibi. Etrafdaki iğde ağaçlarının kokusundan bayılırsın, üstlerinde çiçekleri, dallar yerlere doğru sarkıyor, nasıl güzel bir görüntü, nasıl güzel kokuyor. Etrafdaki evlerin bahçelerinde çalışmalar, herkes çiçek ekiyor, toprağı havalandırıyor, kimisi domates, biber fideleri ekiyor, bir ay sonra domatesler yeşerecek, sonrada kizaracak.

Yerlerde herbir tarafdan fışkırmış mor renkli çiçekler, gelincikler, papatyalar, otlar, her gördüğüm çiçeğin resmini çektim ama makinada iş yok, renk ayarı fena, pek üzüldüm.


Deniz, ah ah görmeniz lazim, sakin, pürüssüz, ufacık bir dalga yok, balık sürülerinin geçtiğini denizin üzerinde olan kıpırtıdan takip ediyorsun, veya arada bir martılar pike yapıyor. Resimdeki gibi de bir an deniz ve gökyüzü aynı renk oluyor, hani durdu zaman durdu dünya, aynen öyle. Tam o sırada pat pat balıkçı motoru geçiyor, melodi gibi. Benim gibi apartmanlar arasında oturup, yeşile, denize hasret birisi için gerçekten büyülü birşey, belki size abartı gibi gelir ama o anı yaşamak lazım.
(resimdeki gölge de suyun içindeki ben...)

Sonra o denizin berraklığı, sessiz, sakin, pırıl pırıl, içerideki taşları sayıyorsun, suya ayaklarını sokuyorsun önce buz gibi, sonra alışıyorsun, biraz taşlık biraz kumluk, etrafda kimsecikler yok bütün deniz senin oluyor, hele cesaret edip şöyle yüzmeye kalksan, yer gök birleşmiş ufuk çizgisine kadar salla gitsin kendini. Sen, su, martı, gökyüzü, başka birşey yok, meditasyon gibi.

Yakınlarda Kaz Dağları milli parkı varmış, gezmeye gittik, dağlardan sular akıyor, şelale olmuş, ufak çağlayanlar yapmış, etrafında yurdum halkı piknik mangal yapıyor, kokudan geçilmiyor, şöyle doğa, ağaç, çiçek koklayacağına mangal ve bilumum et çeşitleri kokluyorsun, dumanlar da bonus. Neyse yine de gördük bilgimiz arttı.

Ben habire çiçek resmi çekiyorum ya, ne hikmetse buraya aktarınca hepsinin rengi ruhu soldu. Kendime iyi bir digital makina almalıyım. Bu çiçekler fidanlıkta çekildi, aman allah ne güzel bir görüntü ve renk çümbüşü. Begonviller, nektar ağacı, turuncu minik meyvalar reçellik mandalina ağacıymış, hepsi tenekelerde toprağa ekilmeyi bekliyor.

Yollardaki gelincikleri çekemedim, ama taşların üzerinden, yol kenarlarından, yeşilliklerin arasından nasıl kıpkırmızı canlı, kanlı duruyorlar, narin yaprakları uçuşuyor çok hoştu.

Cuma günü semt pazarına gittik, fiyatlar akıl alır gibi değil, en basit örnek enginarların tanesi 500, nişantaşında 1,5. Semizotu en halisinden ve kökleri çamursuz, demeti 500, fasulye, kabak, bezelye enn yeşilinden en tazesinden sıralanıyorlar. Artık pazarda foto çekmeye utandım. Tabi hemen iç baklalı enginar yapıldı, dereotlu, yanında sarımsaklı yoğurt yeme de yanında yat. Akşam akya balığı şiş, kocaman bir salata, kırmızı şaraplar eşliğinde yutuldu. Sabah kahvaltılarını, sonra kahveleri, sonra 5 çaylarını ve daha neler neler...

Limanda oturuldu, adaçayı içildi, balıkçılar, ağlar seyredildi, dondurma yenildi,

Üç günlük birşey geldi, geçti işte. Burası Küçükkuyu, Edremit-Akçay yolunda Altınoluk' tan sonra gelen küçük sahil kasabası ve benim 2. memleketim. Yazın kalabalık oluyor, ama bu mevsimde ve eylülde çok güzel oluyor, yine giderim yine yazarım.