11 Eylül 2013

EYLÜL

Bence yılın en güzel aylarından birisi Eylül ayı. Benim çok sevdiğim başka aylar da var ama bu Eylül her zaman hemen hemen aynı duyguları uyandırır bende. Yaz bitiyormuş gibi yapar ama bitmez aslında, hele buralarda Eylülde yaz hiç bitmez. Genelde çalışan insanlar Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında izin kullanıyorlar, yazlık evi olanlar da bu aylarda evlerine geliyorlar, çoluk çocuklu aileler daha çok bu aylarda deniz kenarlarına koşuyorlar. Bu yüzden Eylül de çalışanlar dönüyor, okul başlayacağı için okullu aileler dönüyor, buralar biz devamlı oturanlara kalıyor. Belki emekliler de, sıcağı sevmeyenler de, çocukları okula gitmeyenler de ve özellikle bu ayda tatil yapmayı tercih edenler de kalıyor ama azalıyoruz, hafifliyoruz. Yoksa öyle kalabalık öyle karışık öyle sıcak ve yorucu günler geçirdik ki, yaz mı yaşadık, savaş mı yaptık bilemedim. Zaten memlekette gündem yoğun, Haziran başından beri di-re-ni-yo-ruz, işler şirazesinden çıktı, rüzgar delirdi fırtına şeklinde esti, ha bugün ha yarın derken günler geçti. Şimdi ortalık biraz daha sakin, kalabalıklar gitti, güneş çok yakmıyor ama sıcak, rüzgar usul usul esiyor, denizde deli dalgalar durdu. Sabah yürüyüşleri bunalım halinde değil, günde 3 defa duş yapmıyoruz, böyle ılık ılık gidiyor sanki her şey.
En güzeli meyveler, bayılırım meyve yemeye, her ay başka güzel bir meyve sofraları süsledi. Ama bu Eylülde o güzelim incirler, sarısı karası, renk renk çeşit çeşit üzümler, taze cevizler, mürdüm erikleri pazar tezgahlarına yayılınca ben de yayılıyorum. Hele kara incirin ortasına taze cevizi koyunca veya taze incir ile beyaz peynir yan yana ne güzel olur. Hayatta benim için yemek olmasa olur ama meyve olmasa olmaz kat'iyen. Afiyet olsun.

  

7 Ağustos 2013

Tekne Gezisi

Burası bir yarımada ve girintili çıkıntılı o kadar çok koyu var ki gez gez bitmez. Aynı zamanda gezdim öğrendim desen öğrenemezsin, veya çok yıllar alır hepsini görmek, gezmek, denizine girmek, oturup yemek yemek veya suyunu, çayını içmek. Bu sefer Bitez'den çıktık tekne ile, 12 kişilik, '50 lerin ' 60 ların müziklerini hafif hafif çalan, kapı gibi kaptanı ve çok becerikli miçosu olan gulet tekne. Doğru hemen önündeki küçük ada ve yalancı boğaz (doğru hatırlıyorum inşallah) denilen yere dümeni kırdık. Oradan Akyarlara doğru geçtik, sonra kıyı kıyı karaincir, kargı koyu, bağla, akvaryum, aspat koyları. Ne kadar güzel, ne berrak denizler, o ne renkler, yüzmeye doyamıyorsun, temiz, ılık, bazen soğuk, benim içeçeğim geliyor böyle sularda yüzerken. Teknedeki yemekler ayrı fasıl, zeytinyağlılar, körili tavuklar, bulgur pilavından salataya, biralar, çaylar, kahveler. Sabah 9.00 gibi çıktık, akşam 19.00 da döndük, doyamadık. Arkadaşlar güzel, sohbet, muhabbet, şakalar, tavlalar ve sıcak, güneş derken tadı damağımızda kaldı. Bir başka koydan bir başka geziye kadar.

İzmir

Uzun yıllar sonra ilk defa gittim. Bahardı, galiba Mayıs başı. Araba ile 3 saatte gidiyorsun buradan. Karşıyaka'da kaldık. Kaldığımız mahallenin adı Bahçelievler di....Biraz ötesi Alaylı, ne güzel bir yer, kocaman geniş caddeler, ağaçlar, bahçeli evler, tıpkı Ankara gibi. Ben çok benzettim, aynı Ankara Bahçelievler'dekiler gibi 4-5 katlı evler, balkonlu apartmanlar, sokaklar, parklar, yürüyerek rıhtıma iniyorsun vapur iskelesi, bu sefer Istanbul gibi oluyor, Bostancı, Suadiye gibi mesela. Karşıyaka'da çarşı denilen bir semt var aynı Beyoğlu İstiklal caddesi, iki yanı dükkanlar, restoranlar, mağazalar, gündüz trafik açık ama gece araba trafiğine kapatılıyor sadece yaya trafiği var, insan dolu, akıyor insan seli oluyor. O zaman bile çok sıcaktı, şimdi kimbilir nasıl oralar.Sonra vapura bindik Alsancak'a geçtik, harika bir kordon boyu var, nefis manzaralı harika evler, deniz kenarında sıralanıyor, hemen hemen hepsinin altı bar, cafe, restoran, önünde kocaman bir yeşil saha, sonra deniz kenarında yürüyüş yolu ve deniz, bayıldım ben. Gece harika bir restoranda yemek yedik ve son vapurla Karşıyaka'ya geçtik yine. Sahil şeridinin bir arka paraleli dar sokaklar ve eski evler, bazıları restore edilmiş, küçük lokantalar veya bazı derneklerin, kuluplerin lokali. 
Ertesi gün Kordon semtine gittik, yıllar önce belki '80 lerin ilk yıllarında gitmiştim. Saat kulesi ve meydanı deniz kenarındaydı, şimdi sahili doldurmuşlar, yollar, viyadükler derken saat kulesi epey içeride kalmış. Yine denize paralel yollar çok güzel, heykeller, apartmanlar, yeni binalar derken çok değişmiş tanıyamadım. Ama vapurdan inerken daha belli oluyor Kordon Eminönü gibi biryer olmuş. Ben galiba Istanbul'u ve Ankara'yı çok özledim, her gittiğim yerleri oralara benzettim. Daha çok semti var ama 3 güne bu kadar sığdı.
İzmir'de daha ilk andan itibaren dikkatimi çeken insanları oldu. Nasıl kibar, nasıl güzel insanlar, dolmuş şoföründen bakkalına, cafedeki garsondan yoldaki vatandaşa kadar, bir yol soruyorsun bir adres soruyorsun veya birşey alıyorsun nasıl tarif ediyor, nasıl yardımcı oluyor ve nasıl davranıyor. Kızları çok güzel gerçekten dikkat çekici hanımlar. Genel havası, insanları, kordon boyları, yemekleri, adetleri, bayozu, sıcağı, keyfi derken İzmir'e bayıldım. Şimdi hep duam orada bir küçük ev alabilmek. Birgün kısmet olursa çok sevineceğim. Bugüne kadar neden keşefetmedim ve geç kaldığıma hayıflanıyorum. Ankaralıyım, memleketim başkadır, Istanbul'da 36 sene yaşadım, ikinci memleketim çok özlüyorum ama şimdi İzmir'liyim demek istiyorum. Orada yaşamak ayrıcalık bence, darısı başıma.

16 Nisan 2013

Mor Papatyalar

Hayatta mor renge ilgi duymadım, bir şey alırken bakmadım, ne giyimde ne eşyada, ne bir havluda bile bu rengi tercih etmedim. Bazıları da çok sever, giyer yakıştırır, pek güzel durur. Bazen özenirim, hangi tonunu bulsam da bana gitse de en azından bir mor tişörtüm olsa diye düşünürüm. Ama hiç olmadı bu gidişle de olmayacak. Ama doğaya bakınca, mor menekşelerin yanında yeşil yaprakları görünce, mor çiçeklerin çimenlerin arasındaki duruşlarını görünce özellikle de bu sene bu rengi sevmeye, daha çok ilgilenmeye başladım, hatta bayılıyorum diyebilirim. Ama en bayıldığım mor papatyalar. Geçen sene bir evin bahçe duvarından sarkan papatyaları görünce hayretler içinde kalmıştım. Beyaz papatya tamam, sarı tamam, turuncumsu papatyalar da tamam ama mor papatya nasıl oluyor diye bakakalmıştım. Bu sene zamanı geldi, bir saksıya dikmek üzere 3 tane aldım, uzunca saksılara diktim ve gittikçe büyüyüp çoğalıyorlar. Sulayınca, güneşi görünce nasıl açılıyor ve dikeliyorlar. Akşam güneş gidince sönüp kapanır gibi oluyorlar, ertesi sabah yine yeni baştan. Bayılıyorum bu papatyalara, bakalım ömürleri ne kadar. Geçtiğimiz hafta sonu hava çok ısınıp, nefis bir güneş çıkınca ben de balkon açılımı yaptım, masa ve sandalyelerin yanında çiçekler dekorasyona yardımcı oluyorlar. Bütün bir kış ölmeyen sardunyalarım nasıl çoştular, maşallah diyeyim. Begonviller yapraklandılar ama çiçekler henüz çıkmadı, bu yüzden mor papatyalar baş köşeye yerleştiler. Bu sıralar balkonda onların krallığı hüküm sürüyor.

Pembe - Beyaz Yaseminler

Bunlar da nefis kokulu yaseminler, yollarda, bahçelerde ve benim balkonumda açıyorlar ama balkondaki ağır gidiyor, yollarda gördüklerimi her geçişte kokluyorum, konuşuyorum, onlara bakıyorum, sabahları içim açılıyor. Doğa bu zamanlar ne kadar zengin, ne kadar güzel ve ne kadar cömert. Her köşeden ayrı bir renk, ayrı bir koku, ayrı bir güzellik önüme çıkıyor, yerlerdeki papatyaları ve gelincikleri saymıyorum bile. Bir de adını bilmediğim mor çiçekler var, yaprakları çizgili gibi harika bir şey hepsinin duruşları ayrı güzel. Haftada bir masanın üzerine de bir buket yapıyorum sarı, beyaz papatya, gelincikler ve mor çiçekler. Bahar ne güzel şey. Doğanın uyanışı, havanın ısınışı, insanların içinin açılması, kuşların şarkıları. Bir bütün olmanın daha çok içine gelmesi, durup düşündüğün zaman aklının almaması, tüm bu güzelliklerin senin içinde uyandırdığı hisler, yenilenmek, içini, dışını temizlemek, arınmak, boşaltmak, hataları silmek, yeni bir sayfa açma isteği, birikmiş, eskimiş, bozulmuş ne varsa hepsini atıp, yeni ve yeniden taze şeylere yer açmak. Böyle bir durumlar var bu sıralar işte. Bahar başına vurdu derler ya hani....

Mandalinalar çiçek açtı

Daha bu ay başına kadar belki de hala bile mandalina ağaçlarının üzerinde hala tek tük mandalinalar var. Ama güneş açtıkça, havalar ısındıkça ağaçlar çiçek açmaya başladı, beyaz beyaz harika çiçekler. Yolda geçerken önceleri anlamadım ne kokuyor böyle diye, sonra farkettim onları baygın baygın, buram buram kokuyorlar, nasıl güzeller anlatamam. 11 ay oldu, gelecek ay sonu tam 12 aydır burada yaşıyor olacağım. Yani mandalinaların her mevsimini görmüş olacağım. Yeşil beyaz manzara harika.

Kıbrıs Akasyası

Buralarda bu ağaçlara Kıbrıs Akasyası diyorlarmış, Nisanın başlarında sardı her bir yanı, sarı sarı fışkırıyor sanki, o kadar hoşuma gitti ki, Istanbul'un mimozalarını hatırlattı bana. Bunlar mimozalar gibi kokmuyorlar sadece duruşları çok güzel, ağaçlar salkım salkım dökülüyor. Ama bir güneş açtı sıcak, bir kapattı soğuk, fırtına derken bunlar solmaya başladı. Belki de mevsimi bu kadar 15 gün sonra bitecek. Seyretmesi çok hoş.

19 Mart 2013

Antibiyotikler

Şubatın son günleri hafif boğazım ağırmaya başladı. Soğuk mu içtim, dolaptan birşey mi yedim neler oluyor derken ağrılar artmaya başlayınca bu gidiş iyi değil daha fazla beter olmadan, kırıklık da başladı deyip sağlık ocağı doktorunun verdiği antibiyotikleri bir kutu (7 adet) içtim. 1-2 günlük iyilik oldu tamam atlattım derken ben tekrar boğaz ağrısı ve bu sefer sıtmaya tutulmuş gibi titreyerek günler yaşamaya başladım ve tekrar doktora gidip bu ilaç bana yaramadı benim boğazım geçmiyor ne yapalım dedim, bu sefer başka marka antibiyotikleri verdi (ayrıca 7 tane) soğuk ve sıcak içme bunları kullan, vücut kırıklığı için de şu ilacı al yat dedi. Bir hafta daha bunları içmeye devam etmeye doğru giderken bendeki titreme olağanüstü boyutlara geldi kaç hırka, kaç çorap, kaç battaniyeye sarıldıysam da para etmiyor, gece gündüz titriyorum. Boğazım kapanacak neredeyse su veya çorbadan başka birşey geçmiyor ve halsizlikten kolumu kıpırdatamıyorum. 3 gün sonra bu ilaçlar bana birşey yapmıyor, bende başka bir şey var deyip, daha önce gittiğim başka bir doktoru eve çağırdık Benim boğazımı görünce korkan doktor ağır bir vakasınız, ateş çok çıkıyor ama bu ilaçlarla bastırıyorsunuz onun için iğne tedavisine başlıyalım, haplarla olmayacak bu dedi ve 1 gr lık antibiyotik iğnelerinden bir sabah bir akşam olmaya başladım. 6 tane iğneyi olduğumun sabahı ben bir titreme bir üşüme bir terleme, sular içinde kalma nöbetleri şeklinde baygın bir halde, iyileşemiyorum ve dayanacak gücüm kalmadı artık ambulans çağırıp beni hastaneye götür diyebilmişim. Bir yandan da öksürmekten çiğerlerim parçalanıyor.
Hep yolda görünce veya arabada giderken arkama gelince elimin ayağımın birbirine dolandığı ve içindeki hastaya dua ederek Allahım hemen yetişsin diye korkuyla baktığım ambulansda ben gidiyordum bu sefer. Çok garip bir his, hem kötü hissediyorsun, hem sireni çaldıkça bu ben miyim başkası mı oluyorsun, hem de çok fenayım biran önce yetiştir beni diyorsun. Zaten ateş ve fenalıktan elimi oynatamıyorum. Neyse hastaneye geldik acile yattık, doktora ilaçları ve ne zamandır neler yaptığımı zar zor anlattım. Boğazımı gören doktor fena yapmışsın, bu virüs, antibiyotik içmene gerek yok, içeceksen de kültür yaptırman lazımdı. Bu ilaçlar sana iyi gelmek şöyle dursun, daha da beteri boğaz florasını yok etmiş, açık yara halindesin, bağışıklık sistemin yok olmuş bakalım neler yaparız dedi. Serum bağlandı, ateş düşürücü iğne yapıldı, boğazımdan kültür alındı, çiğer röntgeni çekildi ve ben birazcık olsun daha emin ellerdeyim ve iyileşeceğim hisleri ile baygın uyumaya çalıştım. O akşam hastanede kaldım gereken tetkikler, tansiyon, ateş ayarlamaları ve içmem gereken ilaçlar eşliğinde ertesi gün eve çıktım. Bugün bu hastalık başlayalı ve tam olarak iyileşmeyeli 20 gün hastaneden çıkalı bir hafta oldu. Çok şükür ateşim düştü, boğazımın şişleri geçti ama tam manasıyla acımıyor diyemiyorum, öksürük alerjik reaksiyon şeklinde nöbetleşe gelip gidiyor. Boğazımdan katı yiyecek geçmeye başladı ve titremeden oturabiliyorum. Ama çok güçsüzüm, iki adım atınca yoruluyorum, bu sabah gazete almaya gittim dönene kadar akla karayı seçtim, yollarda bayılıp düşeceğim diye korktum. Dün hastaneye kontrola gitmiştik, doktor daha 3 haftan var dikkat et ancak geçecek dedi. Basit bir virüsün yaptığı ve iyileşeceğim diye içtiğim antibiyotiklerin beni getirdiği duruma bakın, bundan böyle Allah muhtaç etmesin ama kattiyen antibiyotik içmem, boğazıma gerekirse de kültür yapmadan kattiyen almam, kulaklara küpe olsun. Benim gibi bu işleri okuyan, anlayan dinleyen birisi bile doktor kurbanı oldu, üç günlük iş uzadı 23 gün oldu neredeyse. Yine de çok şükür diyorum, daha da iyi olacağım günleri bekliyorum. Her sene bahar çarpardı beni, bu sene bu epstein virüsü çarptı fena halde. Aman dikkat aman aman.

Papatyalar

Bence dünyanın en mütevazi, en güzel ve en gösterişli çiçeği papatyalar. Hem renk renk oluşları, hem duruşları, hem de insanda uyandırdığı duygular bakımından çok güzeller. Bugünlerde yollar, dağlar bayırlar bunlarla dolu. Beyaz ve sarı renklileri, hafif turuncumsu olanlar ve mor papatyalar. Mor olanlarına burada rastladım ilk defa, geçen sene bahçelerde görünce nasıl bir renk bunlar olmaz böyle şey demiştim. Diğer renkleri her yerde görüyoruz buluyoruz zaten. Istanbul'da yaşarken de sokakdaki çiçekcilerden birer demet alıp evde vazoya koyunca nasıl içim açılırdı. Şimdi de sabah yürüyüşlerde topladıklarımı getiriyorum eve. Mor olanlar daha seyrek bulunuyor, onlar öyle her önünüze gelen yerde açmıyorlar, özel olarak dikmek lazım. İnşallah bu hafta pazarda varsa alıp bahçeye veya balkonda saksıya ekeceğim mor papatyalarımı. Doğa, çiçekler, ağaçlar olmasaydı ne yapardık acaba. Hele deniz, güneş olmasa ben ne yaparım.

Sokak kedisi Bıdık

Daha önce yazmıştım, arkadaşımın evinin bahçesinde çok sevdiğim ve nüfusuma geçirdiğim kedim Bal ile ilgili duygularımı. Nasıl sonradan kedi sever olduğumu, elime alamıyorum ama ucundan ucundan sevdiğimi, aşı, mama gibi şeyleri harfi harfine yaptığımızı, sabah akşam geldiğini, akşamları evin içine alıp ayağımızın dibinde yatışını, sürünüşünü, memnuniyetten çıkardığı mır mır seslerini, beni benden aldığını anlatmıştım. Ama kedilerin nankör olduklarını unutuyor insan işte. Bizim kedi Bal daha şubat başında kayıplara karıştı. Eeee mart geliyor normaldir dediler, öyle gider etrafta zamparalık yaparlar, dolanırlar, stress atarlar sonra gelirlermiş. Mart bitiyor daha ortalıkta görünen yok. Bu arada geçen yaz benim evin altındaki komşuların daha bir haftalık bebek olarak getirdiği, bahçeye bıraktıkları ve dört kardeşten üçünün 2-3 ay içinde yok olduğu sadece geriye bunun kaldığı bir kedi maceram daha var. Hiç tipim olmayan, kafamı çevirip bakmayacağım tip ve renkte bu kedi kendi kendine ortalıkta gezindi, alt komşum gelip gittikçe ona mama bıraktı. Ben de kedi sevmeye başlayan yeni heves bir tip olarak hadi yazıktır bebektir, ben de buna iki lokma vereyim, suyunu koyayım demeye başladım. Çok konuşkan beni görünce bir mırlama bir miyavlama, birşeyler anlatmaya başlıyor, ben de ona aynı seslerle cevap verip bir sohbettir tutturuyoruz. Merdivenleri çıkıyor peşimden kapı aralığından içeri dalıyor halının üzerinde kıvrım kıvrım haller, konuşmalar, neyse söz dinliyor ve sonra dışarı çıkıyor. Adını Bıdık koydum, Bal kedim kayıplara karışınca bunda teselli bulmaya başladım. Aslında mevsim icabı bu da etrafa açılım yaptı, her gün muntazam gelen kedi bir hafta on gün yok oluyor, sonra tekrar çıkıyor ortaya, nereye gider neler yapar hiç anlamıyorum. Neyse ki evin yolunu buluyor ve aynı atiklikle merdivenleri çıkıp kapı önünde serenada başlıyor. Ben de mama, parazit aşıları ile idare ediyorum, diğeri gibi nüfus kağıdını çıkartamayacağım ama bakıyorum işte. İki gün sonra bu da satar beni, çok bağlanmamak lazım. Eh evin içine de alamayacağıma göre bu kadar muhabbet yeter. Ama çok alem bu hayvanlar, dakikalarca seyrettiriyorlar kendilerini, hele beni sev okşa halleri, sırnaşmaları yok mu, oyunlar yapmaları. Mesela bu Bıdık paspas püskülü ile deliriyor, kapının önünü paspas yapmam gerektiği zaman görmeniz lazım neler oluyor. Kaşla göz arası ancak bu kadar fotosunu çekebildim. Yazın bir yaşında olacak Bıdık bey.

Orkide

Yan evdeki komşum 2 aylığına Istanbul'a gitti, giderken de hepsi açmamış, tomurcuklarla dolu, bu harika çiçeği bakmam için bana bıraktı. Hayatımda ilk defa orkide baktım. Güneş sever dedi, pencere kenarına koydum, 3 günde bir alttan sulayacaksın dedi, yaptım, ayrıca müzik dinlettim, onunla konuştum, iltifat ettim, fotografını çektim, lütfen sakın bozulma, sakın küsme, komşum gelince seni görünce bayılsın, benim ufak orkidem nasıl böyle büyüdü güzelleşti desin dedim. Valla beni utandırmadı, büyüdü, açıldı serpildi, çok güzel oldu. Komşum döndü geldi, çiçeğini görünce çok şaşırdı hem de çok memnun oldu, bizde vedalaştık bu güzeller güzeli orkide ile. Çok zarif bir çiçek, bir gün benim de olacak inşallah.

Baharlar Açtı

Havalar ısınıyor, güneş daha çok gözükmeye başladı, gerçi buranın sağı solu hiç belli olmuyor ama çevreye bakınca insanın içi gülüyor, hele yeşillikler ve aralarındaki renkler çok güzel bir manzara oluşturuyor. Epey günler geçti yazamadım, burayla ilgilenemedim, bir sürü şey birikti, iz bıraktı, bazıları kolayca geçti, bazıları çok zor geçti. Yağmurlar fırtınalar oluştu, yolları su bastı, daha üç gün önce lodos fırtınası balkondaki koca dolabı devirdi, içindeki kuru erzaklarım, kavanozlarım ve daha bir sürü şey tuz buz oldu, mercimekler fasulyeler ortalığa saçıldı, bir dolu şey parçalandı gitti. Ben şaşkınlıktan bakakaldım, balkonun tenteleri söküldü uçtu, güzelim çiçeklerim devrildi, sardunyalarımın kırmızı çiçekleri yolundu. Hepsi 3-4 saat içinde oldu bitti. Geriye savaştan çıkma bir balkon ve şaşkınlıktan ağzı açık ben kaldık. Burası da böyleymiş işte, yaşayarak öğreniyoruz. Bakalım daha neler göreceğiz. Ama bahar dallarını seyretmek çok güzel, şimdilerde yeşil yapraklara dönüştüler, bu fotoyu şubat ortalarında çekmiştim.

6 Ocak 2013

MOZAİK

Bu senenin ilk yazısını mozaik üzerine yazmak istedim. Buradaki ilk kursum, kasım ayından beri çok şeyler öğreniyoruz, uyguluyoruz ve her zamanki gibi sene sonu sergisine hazırlanıyoruz. Mozaik evvelden beri merak ettiğim bir konuydu. İlk okulda renkli kağıtları keserek yapardık, elişi kağıdı mı ne derlerdi. Kare kare kesip yapıştırmak, küçücük parmaklarımız ile hayli zor olurdu ama rengarenk neşeli bir dünya hala gözümün önünde. Şimdi burada mozaik taşlarını kesiyoruz yapıştırıyoruz, bir sürü renk var, bir sürü alet var, elmas uçlu bıçak ile cam kesmeyi, ayna kesmeyi öğrendik, kumlama yaptık. Sonra doğal taşlarla çalışacağız. Elimde renk renk cam taşlar, deniz kenarından toplama doğal taşlar, düğmeler, boncuklar ve daha bir sürü şeyler var. Ahşap üzerine, saksı üzerine ve daha bir sürü materyal üzerine mozaik yapmasını öğreniyoruz. Dekupaj tekniği, file üzerine çalışma, kanaviçe gibi çeşitli uygulamalar yapıyoruz. Bayağı zahmetli, bayağı meşgul edici, bayağı masraflı ve bi o kadar da zevkli bir uğraş.  Yapıştırıcı, boya, derz derken bazen inşaat işçisi gibiyiz. Yaratıcılık, desen meydana getirmek, sabırla ufacık taşları yerleştirmek, renk seçimi, çizimler derken velhasıl beni yine benden alan bir uğraş. Çok hoşuma gidiyor, bana iyi geliyor. İnşallah daha büyük panolar şeklinde çalışmak nasip olur. Şimdilik ufak parçalardan gidiyorum. Hani şöyle ev duvarı, bahçe yolu gibi projeleriniz varsa bekleyin havalar ısınınca size yaparım.