23 Haziran 2011

Ortanca

Benim balkonuma ortanca daha sadece yeşil yaprakları varken gelmişti. Aldığım seradaki amca ne renk açacağını bilmiyordu. Ben de gözüm gibi bakıyorum. Yapraklar büyüdü, çiçeklerin tomurcukları belirdi, yeşilden beyaza dönüştüler, gittikçe büyüyorlar ve hafifçe pembeleşmeye başladılar. Galiba pembe pembe açacaklar ama bakalım tamamen büyümeleri, tam rengini alması biraz daha zaman alacak. Ama ne kadar güzel gözüküyorlar, kaç tane top top çiçekler, komşusu sardunyaya baka baka serpiliyor. Yarı gölge, yarı güneş, suyu hiç ihmale gelmez, aksatırsam boynunu büken suyu görünce dikilen güzelim çiçeklerim benim.

Özledim

Denizi özledim, şöyle önce serin, sonra ılık, sonra sıcak gelecek, sessiz sakin veya az dalgalı, berrak, temiz, şırıl şırıl, yüzerken sarhoş olduğum, kendimi kollarına atınca mest olduğum, derinlere gidip etrafı seyrettiğim, kokusunu, tadını içime çektiğim, çok sevmekten içsem de içime alsam dediğim, sabah erkenden kalkıp yüzdüğüm veya akşam herkes gittikten sonra saat 20.00 gibi kimseler yokken yüzmeyi sevdiğim o denizi özledim. Bu sene yaz geldi mi, gelecek mi, geldi de geçiyor mu bilemedim, ben hala buradayım ayağım suya değmedi. Karpuz kabuğu düşmedi henüz ondan herhalde.  
Gerçek bir Çanakkale domatesini özledim, kokusu, tadı, suyu, rengi gerçekten domates olan. Kesince kokusu duyulan, yiyince iştah açan, yanında beyaz peynir, üzerinde az zeytinyağı olan domatesi özledim. Nerede o domatesler, ne zaman çoğalacak ve içi beyaz olmayan domatesleri bulacağız ne zaman ?
Karpuzu özledim, kıpkırmızı, dışı koyu yeşil, ince kabuklu, çocukluğumdaki gibi büyük siyah çekirdekli, keserken kendiliğinden çatırdayıp yarılan, suyu akan, dilim dilim kesip yerken bütün suratımın içine girdiği, sonra çekirdeklerini kurutup yediğimiz, sofraya gelince kokusu duyulan, soğusun diye buzdolabında bekletilen yiyince ferahlık veren gerçek karpuzu özledim. Niye yok oldu bizim karpuzlar, tatsız ithaller sardı ortalığı daha nisan ayında karpuz vardı sergilerde.
Açıkhava sinemalarını özledim. Şöyle mahallece gidilen veya gençlerin anne babadan izin alarak arkadaşlarla gittiği, o grup içinde beğenilen birisi olduğu için tesadüfen onunla yanyana oturabilme ihtimalini düşünmeyi özledim. Elimizde çekirdek, sırtımızda ince bir hırka, perdede bir Türk filmi. Ara verilince açacağı şişelere sürterek çırt çırt ses çıkararak gazoz satıcılarını, perdede filmi seyrederken sahnenin üstünden çıkan dolunaya da bakmaktan geri duramadığımız dönüşte hafifçe serinleyen yaz akşamlarını özledim.
Ay ben yaşlanıyorum galiba, ama bütün bunları gerçekten çok özlüyorum, hepsinin anısı hala gözlerimin önünde, tadı dilimde, bazılarını hala yapabilirim, bazılarını artık arasak da yok, ama içimden gelen bu özlem çok elle tutulur bu sıralar, çok lazım, çok istiyorum, çok özledim. Hayırlısı olsun inşallah.

Diziler

Hayatımız dizi oldu. Hem şöyle kafa yıkamak, hem daha ciddi meselelere fazla kafa yormamak, hem yapılanlara baş kaldırmamak üzere hafifçe uyutulmak, hem bazen klasik Türk romanlarını hatırlatmak, hem yabancı dizilerden esinlenerek bizde yaparız diye göstermek, hem de akşamları sohbeti engelleyip, herkesi hipnotize ederek ekrana bağlamak adına yapılan bir sürü film. Eskiden ne yapardık merak ediyorum, hiç müzik programı yok, neyse açık oturum veya yarışma kanalları da var ama topumuz dizi olduk.
Allah için bazıları çok güzel, çok yaratıcı, hatta ilklere örnek olacak kadar detaylı düşünülmüş, bazıları da yok artık dedirtecek kadar sıradan, sudan, birbirine benzer, hep dayatmacı, hep klişe, hep aynı hep aynı.
Benim emekli olduktan sonra bu dizilere vaktim ve merakım arttı, yani iki senedir. Eskiden toplasam 1-2 tanesine bakarken şimdi 3-4 olmuş. Bu sıralar da hepsinin ya sezon finali, ya da hepten finalini izliyoruz.
Beni etkileyen diziler şöyleydi;  "Fatmagül'ün Suçu Ne" gayet dramatik, çok iyi oyuncularla çekilen, hepsinin rolünün hakkını fazla fazla verdiği, dekor, kostüm, mekan ve kurgu olarak da çok başarılı bulduğum bir diziydi. Bazen seyrederken iyice kendimi kaptırıp gidiyordum, sanki gerçekten olmuş gibi tepkiler veriyordum. Öyle bir yerde sezon finali yaptılar ki bu kadar olur, kalakaldık.
"Hanımın Çiftliği" zaten önceden de seyrettiğimiz, ama benim bir türlü daha sonra olacakları hatırlayamadığım ve her seferinde şu romana baksam ne oluyordu diye bir sonraki haftayı bekleyemediğim bir dönem dizisi. Tabi birebir romana sadık kalınmayıp uyarlama yapıldı ama merak işte. Dekor, kostüm, lehçe, oyunculuk, devir, arabasından eve kadar bir sürü detayların çok güzel tasarlanmış ve uygulanmış olması, oyuncuların rollerini sanki elbise giymiş gibi benimsiyerek, sindirerek oynamaları, olaylar, kişi karakterleri, hırsların insanı nereye götürdüğüne dair birçok ders, her karakterin apayrı bir dünyası ve bir bütün içinde bize bunu yansıtmaları hepsi çok güzeldi. Çok etkileyiciydi, nasıl bir drama sergilendi, nereden nereye diye çok düşündürdü. Güllü'yü oynayan Özgü Namal döktürdü, hepsi şahaneydi ama Ramazan ile Halide benim favorilerim oldu. Bir karakter bu kadar mı güzel yansıtılır. Ayrıca Serap ve Halide'nin bütün elbiseleri beni aldı götürdü, zaten o yıllara bayılırım. Final çok güzel olmuştu, harika bağladılar, yazara ve romana selam ile.
Gelelim "Ezel" e, iki yıldır hop oturup hop kalktık, ilk günden beri çok değişik, çok etkileyici, çok merak ettiğim, müziği, karakterleri, metni, çekimi, kurgusu, hikayesi, 2 dönemli çekimler, tipler, kıyafetler falan filan acaip bir diziydi. Her pazartesi herşey iptal, telefonlar kapalı ben tv başındaydım. Bir ara tansiyon düştü ama sonra toparlandı ve benim için beklenmeyen bir final oldu. "Lost" dizisi bitince de böyle olmuştum, anlamadım, doymadım, bu mudur dedim, böyle mi olmalı dedim ve öyle kaldım. Son sahneyi anlayan varsa bana anlatsın lütfen. Yine de jenerikten tut müziğe kadar esaslıydı hani. Kenan da bonus valla.
Haftaya da "Aşk ve Ceza" bitecek, sen sağ ben selamet. Sohbete, film seyretmeye, kitap okumaya, balkonda oturmaya veya erkenden uyumaya selam olsun.