24 Kasım 2006

Benim Bilgisayarım


Ayy söylemeyi unuttum, ve de göstermezsem çatlarım. Telekom nihayet Vestel masaüstü bilgisayarımı getirdi, adsl yi bağladılar, hepsi yarım saat sürdü, ben birdenbire dünya ile yeniden bağlantıya gectim.
Şimdi maillerimi evden kahvemi yudumlayarak yazıyorum, okuyorum, blog da döktürüyorum. Ne fena alışmışız buna, yokken kendimi bi fena hissediyordum, sanki dünyanın öbür ucundayım ve kimse beni duymuyor sanıyordum.
Aslında başına bir oturunca da kalkmak bilmiyorsun, o da ayrı konu ama, şimdilik yeni heves geçer bunlar, alışırım diyorum.
Şimdilik bu şekilde hala derlenip toplanacak şeyler olan odanın baş köşesine yerleşti, sonra daha bir sağını solunu düzelteceğim inşallah. Kolay gele.....

ORTAKÖY


Şimdi ben çalışmıyorum evde oturuyorum ya, (inşallah çok uzamaz) hergün ne yapsam acaba diye kafa patlatıyorum, hatta bir gün önceden planlıyorum. Ama bazen o planlar hiç tutmuyor, o zaman da akışına bırakıyorum olayları kendime stress etmeden.
Dün aynen böyle oldu, sabah spora gittim, hava misler gibi, yeniden bahar geldi sanki, öğlen de eve dönünce bütün planlar çöpe ben deniz kenarına gideceğim dedim. Bazı arkadaşlara mailde anlattığım gibi paranoyak bir taksiciye rastlayıp Ortaköy'e attım kendimi.
Hava güneşli ama ara sıra güneş buluta giriyor, yani bulut bize gölge yapıyor ama ışıkları denize düşüyor, böyle şıkır şıkır. Ortalık yaza nazaran sakin, öyle çoluk çocuk hep bir ağızdan bağıranlar, koşturanlar yok, daha çok emekliler toplanmış, banklarda oturup ya az az sohbet edip çok çok denize bakıyorlar, ya da yalnız olanlar öööle denizi seyrediyorlar. Meydandaki kahvelerin önündeki garsonlar (çığırtkan demek daha doğru) müşteriyi kendi kahvelerine oturtacak diye bar bar bağırıyorlar, neredeyse kapalıçarşı işi kolundan tutup buraya gel diye çekecekler. Ben bir tanesine oturdum, kahvemi söyledim, gazetelerimi açtım önüme ama konsantre olmak ne mümkün, bunların bağırtısı bitmiyor, bir de birbirlerine bağırıyorlar, sen benim müşterimi aldın, ayıp valla, görürsün gününü gibi laflar şeklinde. Hadi dedim, la havle dedim, uymayım şimdi onlara dedim, gömdüm başımı gazeteye, zaten bir tane kahve içip iki saat oturan kadını rahatsız etmeseler olmayacak. Başladılar çay içermisiniz diye habire sormaya, ben de simitçiyi bekliyorum gelsin simit alınca bir çay içerim diye savsakladım.

Şöyle bir etrafı seyrettim, yazın ne kadar farklıydı burası, şimdi hafif grimsi bir hava, güneş buluttan çıktıkça heryer renkli pırıl pırıl oluyor, sonra yine puslu gibi, karşı sahiller de hafif soluk renkte, deniz çok güzel, yani ne kadar çok seviyorum şu denizi içmek geliyor içimden. Kocaman gemiler geçiyor, vapurlar geçiyor, bir de şu yine çığırtkanlı gezi motorları, bilmem kaç liraya, bilmem kaç saatte boğaz turu, gelmek isteyenler bilmem nereye toplaşın gibilerden, hemde mikrofonla bağırıyorlar.
Ayy ne çok lüzumsuz gürültü var (lüzumlu gürültü olur mu? ) şöyle bırakın bir sakin sakin denizin sesini dinleyim, kocaman gemiler geçince dalgaların sahilde patlamasını duyayım sadece, veya vapur düdüğü veya kuşlar olsun az biraz.
Ama yine de o dinginlik, o hafif üşüten ama bu mevsime göre ılık hava, ortalıktaki boşluk, sakin sakin oturanlar, yürüyenler, böyle kaçamak bir gün yaşamak güzeldi.
Sonra kenardaki banklara oturup resim çektim. Dönerken en baştaki balık restoranının yanından caddeye çıkarken tam karşınıza gelen binanın cephesini Turkcell böyle kaplamış, hem reklam, hem de tertemiz bir apartman gibi görüntü, altında Yapı Kredi şb var hani. Camlarda cellocanlar var, ne güzel bir düşünce, bakakaldım.
Böyle kaçamak günleri daha fazla yapmak istiyorum, mesela bu mevsimde adalar da ne güzel olur, şöyle sıkı sıkı giyiniyorsun, spor ayakkabılar ayağında, vapurda sahlep içerek Burgaz adaya gidiyorsun, sahide yürü, pastanede sütlü kahve iç, taze börekler al, belki midye tava yersin, yollardaki sakinlik, telaşsızlık, boşluk belki biraz hüzün verir ama kendini daha çok adayla başbaşa kalmış hissedersin.
Deniz, dalgalar, martılar, vapur düdüğü, köpükler ve sen sadece.