9 Haziran 2011

Sezen Aksu

Yine bir Sezen Aksu CD si çıktı. Politik olarak ne söylerse söylesin senelerce şarkıları beni mest etti. Her konuya dokundurmaları, hislerimize tercüman olması, içimizden geçenleri en uygun kelimelerle tarif etmesi, sahnede kendinle ve herşeyle dalga geçmesi, başka bir dünyadan gelmiş gibi hali, filozofça halleri, yaratıcılığı, söz ve besteleri, başka türlü hissedip, başka türlü gösterebilmesi önünde hep saygıyla eğilirim. Hemen CD yi aldım, belki günde on defa dinliyorum. İlk şarkıya hemen vuruldum. Müziği, sözleri pek güzel, yumuşaçık, çok güzel anlatıyor sitemlerini, ... kırlangıç da mı küs bana..... İkinci şarkı daha da dokunaklı, bana pek dokundu;

   Çok zamandan beri eski dostlar birbirini aramaz oldu
   Aramıza hayat girdi yıllar bize yaramaz oldu
   Ağlarım ağlarım geceler boyunca
   Anılar dalga dalga sahilime vurunca
   Bir selam gelince, selâ verilince ağlarım "Arkadaş" şarkısını duyunca....

Diğer parçalar da müzik ve sözler çok güzel, herbiri ayrı bir ders sanki, dinliyorsun, düşünüyorsun, sonra yine dinliyorsun, keyfe varıyorsun. Herkese tavsiye ederim, bakarsınız bu yaz onunla güzel geçer.

6 Haziran 2011

Filmler

Sinemalara aylar önce gelen ama benim DVD de ancak seyrettiğim iki film var. Nasıl becerdiysem ikisini de üst üste aynı akşam seyrettim. Oturduğum yere mıhlandım. Birincisi "Never let me go"  "Asla gitmeme izin verme" diye çevrilmiş. Keira Knightley ile beraber 3 kişi üzerine kurulmuş bir film. Ama ben daha çok Andrew Garfield ve Carey Mulligan'a bayıldım. Hele C.Mulligan'ın ifadesi, rolü, oyun gücü harikaydı. Epey ağır, sakin bir film. İleride organ bağışında kullanılmak üzere klonlanmış kişilerin yetiştirildiği bir okulda çocukluktan ölene kadar (arada ayrılık olsa da) beraber olan üç kişi. Kıskançlık, Aşk, Bağlılık, Sevgi, Entrika var ama en çok içinizi ısıtan ve gözyaşlarına dönüşen yıllar boyu süren sevgi. Böyle bir sevgi karşısında pes eden birisi. Çekimler, çevre, renkler çok güzeldi. Hele o muhteşem deniz kenarı olan yer. Film insanı koltuğa yapıştırıyor, seyredilir.
Bu yetmedi, üstüne ikinci filmi de nasıl seçmişim yani pes dedim kendime. Hani aynı akşam üst üste seyredilecek filmler değilmiş. Danimarka-İsveç ortak yapımı bir film, hem de bu sene Yabancı Film Oscar'ını kazanmış, orijinal adı "İntikam = Haevnen" bizdeki çevirisi
"Daha iyi bir dünyada" olan film. Kadın yönetmen Susanne Bier yönetiyor ve adlarını okumakta zorlandığım Danimarkalı veya İsveçli sanatçılar oynuyor. Aile dramı, eşini kaybeden babanın oğlu ile ilişkisi ve eşi ile arası açık 2 oğlu olan bir doktorum Afrika Mülteci kampındaki işi ve ailesi arasında gel gitler. Bu iki ailenin oğullarının arkadaşlığı ve olanlar. Nefis bir film, ilk başta sanki belgesel bir film seyrediyorsun gibi oluyorsun.Sonra esas meselenin içine giriyorsun ama tam anlamıyorsun, olaylar geliştikçe çözüyorsun. Baba tipleri, aile draması, çocuklar, olaylar, ebeveyn durumları. Çocuk aklı, bakışı, duruşu ile ona örnek olacak anne baba figürü. Aman Allah hepsi birden alıp götürüyor seni. Seyretmeniz lazım., boşuna Oscar almamış. Hele iki oğlanın oyunculuklarına da şapka çıkarılır, harikaydı.

5 Haziran 2011

Roland Garros


Müthiş bir final seyrettik. Evvelki gün Federer - Djokoviç maçı da enfesti. Böyle çekişmeli, heyecan dolu ve gümbür gümbür bir maç ancak Federer'e yakışır. Az daha Djokoviç alacaktı ama Federercim bırakmaz. Ama bugünkü Nadal-Federer çekişmesi tam finale yakışır oldu. Bu ikisi eşleşince bir başka oluyor, geçen sene de seyretmiştim, ya buradaydı, ya da Wimbledon'da Nadal kazanınca Federer ağlamış, konuşamaz olmuştu. Bugünkü maç da Nadal baskındı ama Federer de hiç bırakmadı. Şansı yaver gitmedi. Çok hoşuma gidiyor bu Federer ne asil, ne yakışıklı, ne kadar cool bir adam. Böyle maçlarda soğukkanlı olmak artı birşey ama adam her daim soğukkanlı. Çok yakışıyor kortlara, şortu, t-shirt ü, saç bandı hepsi ayrı bir hoştu. Duruşu, oyun tarzı (benim gibi tenisin kurallarını çok iyi bilmeyen birisi için bile) acaip taktik savaşı yapan çaktırmadan strateji uygulayan bir adam. Başkası ile oynarsa illa onu tutarım, kazanınca da sanki ben yenmişim gibi sevinirim. Ama Nadal ile oynarken favorim Nadal. Her ne kadar Federer kadar yakışıklı olmasa da, halk çocuğu gibi, hatta çirkin bile denilecek tipte, saçları ıslanınca iyice beter olan, ama solak oynayan, bacakları, kolları acaip kuvvetli bir çocuk. Final maçındaki t-shirt, şort, bileklikler, saç bandı falan ikisi de harikaydılar. Korttaki renk uyumları, şıklık, zerafet bir başkaydı. Ne acaip bir maç oldu, nefes nefese, kaç saat sürdü, sırılsıklam oldular, Federer t-shirt bile değişti, Nadal su içinde kaldı. Onları seyredince hiç tenis dersi almadığıma, tenis oynamasını bilmediğime esef ediyorum, niye bizim memleketimizde tenis pahalı bir spor çok kızıyorum. Ne kadar zevkli ve zarif bir oyun, ne kadar da heyecanlı. Darısı başımıza, inşallah bir gün bizden de buralarda oynayacak bir tenisçi çıkar, benim de ömrüm yeter seyrederim.