11 Mayıs 2006

Anneciğim sana erguvanlar gönderiyorum, anneler günün kutlu olsun.

Anneler Günü

Bir annem olsun isterdim, yani annem vardı ama öldü, 15 sene oldu. Nasil bu kadar çabuk geçiyor zaman inanamıyorum, daha 63 yaşındaydı. Şimdi bu pazar anneler günü ya, beni bugünden alıyor bir hüzün, yaşasaydı bugün 78 yaşında olacaktı.
Nasil biri olurdu acaba, ne kadar yaşlı, aklı başında mı değil mi, elden ayaktan kesilmiş mi, yoksa ayakta mı?? Şöyle elinden tutup arabama bindirseydim, yavaş yavaş istediği yerlere götürseydim, muhakkak şeker, tansiyon, kalp gibi sorunlari olacağı için ona göre yemek yenilecek bir yer seçerdim, gözleri tam göremiyor, kulakları az işitiyor gibi şeyler olacakti belkide , ona göre sabır gösterecek, peki deyip dinleyecekmiydim acaba ?
O ölmeden önce ne arabam vardı, ne de paramı, daha 30 lu yaşlarımdaydım, iş hayatı, gerçek hayat, arkadaşlar, giyinme, süslenme, gezme, erkeklere kafa yorma, aşk meşk, işlerinde bir heyecanla yol alıyordum. Sinirliydim, sabırsızdım, hayatın gerçeklerini yeni yeni anlamaya başlıyordum, zaten 20 li yaşlarımdaki travmadan yeni kurtulmuş, yeni kendimi bulmuş dolu dizgin gidiyordum, kendime ait ev kurmuştum, geçim mücadelesinde kendi ayaklarımın üstünde duracak, başım yukarıda, kuyruğum dik olacak diye yırtınıyordum. Ama annem gidiverdi pat diye. Çook sonra arabam oldu, onu bir gezdiremedim ona yaniyorum, şimdi seni daha iyi anlıyorum diyemedim, ona hayıflanıyorum.
Herkesin anneannesi bile var, benim ne annem ne teyzem var (hani anne yarısı misali).
Şimdi bu medya insanın gözüne soka soka günde bin defa anneler günü şöyle, anneler günü böyle diye bağırıyor ya sinir oluyorum, yahu annesi olmayanlar var, anne olamayanlar var kardeşim yeter.
Aynı şey sevgililer günü için de oluyor, yahu sevgilim de yok benim, yaziktir bize de acıyın yani, bu kadar da olmazki. Ticari emelleriniz uğruna nekkaddar kalpler kırılıyor haberiniz yok.

Şimdi haziranda Babalar günü gelecek, ee benim babam da yok, ne olacak şimdi ???

Bu yukarıdaki kişi ben miyim acaba ???

Annecim sana erguvan ağaçları hediye ediyorum, anneler günün kutlu olsun.

16-24 Ocak 2005 İtalya Gezisi

Merhabalar,
Gezeryazar yazilarimi ozlediniz diye umuyorum. Eski okuyucularim olarak sizleri benden mahrum birakmayim diye gec de olsa bayram seyahatim anilarimi anlatmak istedim.
Buralarda havanin tatsiz olusu, soguk olusu, islerin yogunlugundan yorgun dusup moralsiz olmam, hem dinlenme ihtiyacindan hem de hava degisikligine ihtiyac duydugumdan ve cok uzun zamandir gormedigim arkadaslarimin daveti uzerine bayram tatilinde italyaya gitmistim. Her zaman kuzeye giderdim veya Roma’ya giderken bu sefer daha guneye gittim, Napoli ile Roma arasinda tam ortada kalan Gaeta denilen bir sahil kasabasinda oturuyor arkadaslarim. Sabahin korundeki ucakla once Milano sonra Napoli ucup oradan araba ile eve vardik, ben saf saf oranin Turkiyeden daha guneyde oldugunu dusunup havanin daha sicak olacagini varsayarak bu mevsime gore ince sayilabilecek giysilerimle ortada kalinca bayagi usudum ve ev halkindan takviye giysilerle gunlerimi gecirdim. Bir kere daha bu mevsimde italya’ya gitme gafletinde bulunuduguma pisman oldum daha birinci gunde ne yapacagim diye dusunmeye basladim. (2003 Subatta da Venedik, Milano, ve yakin cevre sehirlerinde bulunup donmustum). Aslinda 2-3 gun gunes yuzunu gosterdi ama ayaz buralari hic aratmiyor, bir de yagmur basladi mi, Istanbul gibi 2-3 gun hic durmadan devam ediyor. Anliyacaginiz, soguk, yagmur, az da olsa gunesli gunler derken havadan boyumun olcusunu aldim.
Gaeta sirin bir kasaba, bayagi antik yerleri var, 2 guzel kilisesi var, bir tanesi cok onemli Papa bile gelmis, vakti tarihinde hatta burada saklanmis savas siralarinda falan. Kocaman luks yatlar ve cevre koruma islerinde kullanilan gemiler imal edilen tersaneleri var, carsisi kucuk, barlari, kucuk meydanlari, daracik sokaklari ile tipik italyanin eski bolgelerinden birisi. Bundan 15-16 sene oncesi geldigimden de hatirladigim gibi ve simdiki tatil sirasinda da herkesin soyledigi gibi buraya yazin gelmek cok daha iyi olacakti. Upuzun nefis kumsali olan ve nefis, tertemiz (bence karpuz kokan) denizi olan bir yer, kumsal o kadar genis ve uzun ki, rahatca yayilabiliyorsun, hatta cevre illerden buraya denize geliyorlarmis. İlk geldigimde hem daha tecrubesizdim hem italyayi bugunku kadar kesfetmemistim, buradan trenle Zurih’e gececegim diye telas icinde, kaldigim 1 hafta icinde yaz mevsiminin tam tadini cikaramamistim, bu sefer de kis mevsimine rastladi. Neyse 3 gun oralari dolastiktan sonra Napoli’nin buraya 1 saat araba ile uzaklikta oldugunu, arkadaslarimin bana hergun eslik edemiyeceklerini, soguk havada onlarin etrafda dolasmaya pek gonullu olmadiklarini anlayinca, ben basimin caresine bakayim dedim.
Napoli’de bir otel ayarlayip yola dustum, 3 gun orada kalip elimde harita yollar kazan ben kepce dolastim durdum. Bu sekilde yapmassam sehri taniyamiyorum, gorulecek guzel yerler var, elimdeki kitaplardan okuyunca, resimleri gorunce merak ediyorum ama bir coguna da yetisecegim diye ayaklarima kara sular iniyor. Inanilmaz yurudum.
Simdi size Napoli’den gozume takilanlar ;

Bu kadar Istanbul’a benzer bir baska sehir gormedim simdiye kadar, valla billa, insanlari, sehir yapisi, deniz olmasi, sokaklari, bazi caddeleri, bir suru sey bana devamli ayy Istanbul’a benziyor dedirtti. Otobus duraklarinda bekleyen kadinlar erkekler ayni valla, tip olarak da vasat tipler, ayni bizim sokaklarda gordugumuz normal vatandaslarimiz gibi, bir cogu uzerine ayni tip kaban, palto gibi seyler giymis, renkler, tavirlar cok benziyor. Bir kere bayanlarda 14-15 yas ile 30-35 yas arasi ayni tip paltolar giyiyor, hani su simdi buralarda da cok var, kapitone dikisli, siskince gocuklar varya, silme hepsinin uzerinde ondan var, mont seklinde olani, topuklara kadar olani, kisa olani, kaban tipinde olani ama illa siyah olacak, butun kizlar bundan giyiyor, altlarinda sivri burunlu, sivri topuklu siyah cizmeler olacak illa.
Boyle bizim halkimiza da topluca bakarsan ya siyah, ya koyu gri, yada kahverengi giyerler, hic acik renk veya renkli birseyler yoktur dikkat edermisiniz bilmem, aynen oyle orasi da.
Ellerinde telefonlar otobusde, yolda, motosikletin uzerinde, restoranda, barda, arabada, bagira cagira konusuyorlar, herkes onlarin ailevi, sahsi, ne meselesi varsa telefonda konustugu dinliyor mecbur. Bizim icin diyorlar ya cep telefonlarini cok kullaniyoruz, cok konusuyoruz diye siz gidin de bir de onlari gorun. Herkes ama herkes car car konusuyor, biz valla o kadar degiliz. Bunu ben Milanoda Romada da gormustum ama sanki bu kadar bagirip cagirmiyorlardi oralarda daha nazik tipler vardi. Bir kere kadinlar daha sik ve daha bakimliydilar, markete giden kadin bile inci kolyesini takiyordu, buradakiler daha pacoz tabiri caiz ise. Yahutta donup iki kere bakmak zorunda kaldigim gibi super makyajli, egzantrik giyimli ne is yaptigini kestirmekde zorlanmiyacaginiz tipde afetler vardi, yahutta bizde de bol bol gorulen Rus kizlar, veya donmeler ortalikda saliniyorlardi. Hic soyle Sophia Loren gibi bir Napolili goremedim, onlar filmlerde oluyor galiba. Ama bazi yerlerdeki sokaklari, daracik evler arasindan gecilen yerler, bir pencereden diger pencereye siralanan camasirlar hem eski italyan filmlerini hemde bizim dolapdere, beyoglu’nun arka, yan sokaklarini hatirlatti bana.

Cok guzel satolari, saraylari var, duvarlari, 30m, 50 m yukseklikte, denizin dibinden yukseliyor, nasil yapmislar onlari akli duruyor insanin, kiliseleri, meydanlari artik onlarin olmaz ise olmazlari diyorum. Napoli once Fransizlarin, sonra Romanlilarin idaresinde yasamis, bir ara Turklerin de gectigi, deniz memleketi oldugu icin deniz ticaretinin yapildigi, denize acik ve yakininda adalar olan bir sehir, orasi da Istanbul gibi tepeler uzerine kurulmus. Sehir icinde bazi semtler arasinda teleferik ile cikiliyor, bizim tunel ile teleferik karisimi birsey, daha buyuk ve basamakli 3 katli vagon dusunun, deniz seviyesi bir semtten tepelere dogru gidip geliyor, cok sik, cok hos ve cok pratik. Kara yolundan gitmeye kalksan yurumek icin nefes ister yani nefes...
Napolide cok guzel pizzalar yedim, simdi haklarini yemiyelim, gercekden oranin pizzalari kendi iclerinde de meshur ve ayricalikli, restoranlar oyle gosterisli bizimkiler gibi satafatli veya luks doseli degil, yillanmis, tadi hic degismemis ve kapisinda milletin gecenin 22.00 da dahi soguk moguk demeden beklestigi pizzacilar gorseniz nasil basit, nasil alelade yerler, bir salon, yerler seramik, duvarlar eski bina ise birtakim girinti cikintilarla, suslu veya freskler var, veya kocaman guzel bir ayna asili, oranin tarihi pizzaci oldugunu belirten bir levha veya dededen ogula gectigini belirten birseyler, sonra tahta masalar tahta sandalyeler, hemen kagittan ortuler yayiliyor, guzel kareli veya cizgili falan, yumusak kagittan kumas ortu gibi, uzerine catal bicak bardak yallah. Cunku muhim olan cevre, masa, alet, takim degil, yiyecegin pizzanin hamuru, karisimi, uzerine konulan peynirin cesidi onemli ve yillardir da degismeden gelmis olmasi. Valla 3 ayri zamanda 3 ayri yillanmis pizzaciya gittim hepsinin kapisinda bekleyerek iceri girdik, ama gercekden ne kadar guzel hamuru, mozzarella peyniyi, domatesi ve diger malzemeleri vardi, bekledigimize degdi. Fiyatlar da buradaki deve hamuru gibi pizzalardan ucuzdu, buradaki mezzaluna gibi havasindan da gecilmiyor degildi. (Nisantasindaki Mezzaluna italyan piazasina en uygun pizayi yapmakla ovunur de).
Bunun yaninda, arkadaslarin evinde lazanya, cok sevdigim prosutto, diger pasta cesitlerinden, gercek tiramisu tatlilarindan yedim, italyan mutfagi ozlemim dindi azicik.
Napoli’nin meshur baba tatlisi varmis, resmen ismi baba, bizde babayi yedin mi diye argo sayilacak bir laf vardir yaa, bence oradan geliyor valla. Cunku bu tatli, soyle kalinca bir silindir seklinde brownilerin cuklulatasiz ve uzunlamasina seklini dusunun, serbetli gulle gibi bir tatli, bunu ye ve ol. Millet kuduruyor bunu yemek icin, safi bir tanesi 1000 kalori. Bu arada yilbasindan yeni ciktiklari icin hala bulunan panettone denilen o guzelim keklerini de bulma firsatim oldu.
Yeme icme bir yana, hayran oldugum St.Chiara denilen bir manastir, kilisesi ve manastirin ic avlusundaki fayans suslemeleri gercekden saheserdi, gideceklere muhakkak gormelerini tavsiye ederim. Napoli bir yandan da seramik ve porselen isleri ile meshurmus, buradaki avludaki sutunlar, butun duvarlar nasil guzel seramiklerin uzerine el isciligi ile renkli suslemeler yapilmis, ve kac yillardan beri hala duruyor, o renklerin desenlerin guzelligi, bahcenin sukunu, sesssizligi, insanin icine huzur veren tarafi, ve portakal agaclari. Cok enteresan bizim Antalya, Mersin, Finike yoreleri de oylemi acaba, Antalyada gormedim ama diger sehirleri de ben bilmem, Napoli’nin butun sokaklari portakal, limon agaclari ile dolu, yollarin iki tarafinda agaclar portakal dolu, kimse de uzanip koparmiyor, oyle yesillik ve portakallar duruyor cok guzel bir manzara. Butun bahceler limon agaclari dolu, hemen hemen herkesin bahcesinde kafam kadar limonlar olan agaclar var. Nasil guzel kokuyorlar ve nasil guzel gorunuyorlar. Yollardaki portakallar tatli degilmis onun icin kimse koparmiyormus, yenecek portakal degilmis onlar. Bir de ne kadar cok palmiye agaclari var, sanki kuzey afrika ulkelerinden birindeymissin gibi bir his geliyor bazen.
Diger muzelerdeki eserleri anlatmak buraya sigmaz ama birde St.Martino muzesindeki presebe denilen isciligi gormeniz lazim, eski zamanlardaki bir sehir hayatinin butun unsurlarinin canlandirilmasi. Koyundan, tavuk yumurtasina kadar, cobandan krala kadar, cesmeden mutfakdaki tabaga kadar, kiz,erkek, cocuklar, atlar, sokaklar, evler, ne akliniza gelirse hepsi minyatur bebekler halinde ama orjinali gibi, kiyafetler, ayrintilar, her turlu detay ile canlandirilmis camekan kutular icinde sergileniyor, muhtesem birsey gormek lazim.
Bir de cok hos ve cok meshur bir meydani ve bu meydandaki cafesi vardi, Cafe Gambrinus, burada da bir kahve ic ve ol. Nasil sik, cok eski, bizim Baylan pastanesi gibi dusunun, eski hali, ama daha bakimli ve sik, lambalari, vitrinleri antika, sekerlemeleri, kahveleri meshurmus, orada fındikli kahve iceceksin nefis bir sey.
Aslinda gordugum butun kizlar veya erkekler yukarida bahsettigim gibi degil tabi, aynen burasi gibi nisantasi , etiler gibi semtlerinde insan profili degisiyor, aynen bizim abdi ipekci cad gibi caddeleri var, nasil sik, nasil guzel, yol boyunca guzelim dukkanlar siralanmis, trafige kapali, buralarda daha sik, o siyah gocuklari giymemis insanlara da rastlaniyordu. Neyse bu yeme icme fasli bitmez, daha ne deniz mahsullu spaghettiler veya ne baliklar yedim anlatamadim, baska sefere olsun.Ayni zamanda insan profilleri fasli da bitmez, gecelim baska yorelere.
Napolide kaldigimin 3. gunu trene atlayip (aman ne kotu trenleri var, ustu basi boyali, bakimsiz, bizim banliyo trenleri benzeri, galiba heryerde bu tip trenler boyle muameleye maruz kaliyor) Pompei kalintilarina gittim, once vezuv yanardagina gidecektim ama vakit yetmeyecegi icin pompei tercih ettim. Kocaman bir sehir dusunun belki bir bostanci kadar veya kadikoy kadar bir yer, belkide daha buyuk, dusunebiliyormusunuz nerdeyse 2000 yil oncesinden kalma bir sehir hala duruyor, yikilmis, kazilardan cikarabildikleri kadariyla, hala da kazilar devam ediyor ve yollari, evleri, dukkanlari, kiliseleri, sarap depolari, hamam gibi yerleri, umuma acik yerleri, arenalari, tiyatro sahneleri, vezuv yanardaginin lavlari, kulleri ile kaplanmis insan figurleri, evlerdeki freskler, suslemeler hala duruyor. Cok enteresan hisler duyuyorsunuz oraya gidince, hem tuyleri urperiyor insanin, hemde kac yil once bile olsa, hemen hemen ayni yasam tarzi bugunlere kadar gelmis, bizde oyle yapiyoruz diyorsunuz.
Cok enteresan bir yer, tavsiye ederim, benim gibi ayaklarina kara sular inmis bir halde degilde, gayet dinc bir sekilde belki daha ilk gun oraya gitmeli, butun bir gun gezsen bile bitmeyecek bir yer. Sonra yine trene atlayip Sorrento’ya gittim, haritada gorursunuz Napoli’nin guneyinde buruna dogru bir yer, tam sayfiye yeri, kayalar uzerine kurulmus, deniz kenarindan hemen dik tepelere dogru yukselen, kat kat evlerin bulundugu, cok sik insanlarin oldugu, guzel bir cadde etrafinda siralanmis dukkanlarla, kucuk kiliseleri, sirin meydanlari ile nefis bir yer ama, tabi yazlik yer, bu mevsimde heryer acik degil, gezmesi de pek zevkli degil, hemen karanlik oluyor, deniz kenari ruzgarli, ama nefis bir denizi var, nefis bir kilisesi var, bahcesinde insanlar oturup etrafi, denizi seyrediyor. Aksamustu herkes coluk cocuk yollara dokuluyor, dolasiyor, alis verisler, yolun uzerinde kumeler halinde cene calmalar, bir de bunun yaz mevsiminde oldugunu dusunun, sokaklar insandan gecilemez herhalde.
Benim gonlumde Capri ve Ischia adalarina da gitmek vardi, kara tarafinda da Positano ve Amalfi listemdeydi ama hava yuzunden vapurlar calismiyordu, bir de cogu yer kapali olacagi icin pek tadi olmaz baharda gel sen buralara dediler.
Yine de hava soyleydi, yer boyleydi derken bircok yer gordum, guzel seyler yedim ictim, ilk defa olarak italya’ya gidip ayakkabi alamadan dondum (Milano veya Roma’nin gozunu seveyim, burada pek birsey yoktu) . Ama oralara baharda gitmenin tadi baska olacak, yazin da cok guzel olabilir ama cok kalabalik olurmus, insallah deyip, yine sabahin korunde yollara duserek evime dondum.
Bu sefer de yine yeniden, tekrar, evim evim guzel evim dedim, ama (ben ki italya hayrani Dilek) ben bile artik diyorum ki memleketimizde hersey var, biz cok sansli kisileriz, cok iyi yasiyoruz, oturma, isinma, yeme, icme, gezme, gorgu, gorenek, tarihi, kulturu ve daha bircok seyi olan gercekden ozel insanlariz ama bunun kiymetini bilmiyoruz, ben gittikce daha milliyetci oluyorum galiba. Kendi insanimizi ve vatanimi hicbirseye degismiyorum. Her seferinde nereyi gezersem gezeyim, eve donmek bir baska hos oluyor.

Agustos 2005 Tatil Anıları

Yine uzun bir aradan sonra kose yazilarima basliyorum. Malumunuz yaz tatili yaptik, bir yerlere gittik, oralari anlatmazsam catlarim, sonra da zaten konu sikintisi ceker kose yazarlari, onu yedim bunu ictim, orada yattim, burada sallandim diye yazmasalar baska ne yazacaklar bu canim koselerinde dimi ama ??

Efendim Agustos ayinin ilk haftasinda Istanbul’u canindan bezdiren sicaklar basmisken, ben egenin en bati ucu olan babakale dolaylarinda sokakagizi koyunda ayni isimli bir motele gittim. Kaz daglarinin arasindan kivrila kivrila iniyorsunnuz, birdenbire nefis bir deniz manzarasi cikiyor karsiniza. Assos’un ilerisi, nasil bakir, nasil guzel ve sessiz bir yer, yol ustunde sira sira 3 veya 4 motel var, kimisi apart seklinde, arka taraflari bahce, cayir, agaclar dolu, yolu gecince kumsal ve deniz. Cakil tasli oldugu icin berrak, temiz lacivert bir su, sadece biraz ege denizine acik oldugu icin ruzgar ve dalga aliyor bazen, hafif de serin ama deniz gibi deniz iste. Biraz daha ileri giderseniz koca bir fener ve kara bitti. Buradan tam karsisindaki midilli adasina giden gemiler eger biraz suratli gecerlerse, bu sahillere dev dalgalar geliyor.

Sokakagazi motel iyice mutevazi, ailenin islettigi, biraz allahin unuttugu bir yerde oldugu icin kendini gelistirmeye de gerek duymayan, arka bahcesinden zeytin, domates, biber salatalik toplayan, tavuklardan yumurta, ineklerden sut saglayan bir moteldi. Acik bufe guzel kahvaltilar yaptik, her aksam illa balik vardi, zeytinyaglilar da yeme de yaninda yat cinsindendi, hele deniz borulcesi (muptelasi oldum bunun) harikaydi.

Cogu Istanbul plakali arabalar, sanirim cogu kisi benim gibi kalabalik, gurultu, trafikden, sehir hayatindan kacip burayi tercih etmisler. Ne luks var, ne konfor ne de eglence, gunduz deniz, kitap, gunes, tamam da, aksam yemekden sonra 2-3 km lik sahilde yuruyus yapiyorsun yol bitiyor, koy bitiyor, yapacak sey yok. Herkes kendini okey oyununa vurmus, musterilerin cogunlugu coluklu cocuklu turk ailelerden olustugu icin, ya masa basinda raki sohbeti, ya cocuklarin ciyaklamalari arkasindan kosmalar ya da okey masalarina veya tavlaya oturmalar seklinde zuhur ediyor. Bende biraz tepelik bir yerde, tam cocuklugumda yazlari gittigimiz gibi, tepesinde ampuller sallanan acik cay bahcesi kesfettim ve aksam ustu veya aksam yemekden sonra oraya dadandim, her ne kadar gurultulu de olsa, orada oturup midilliyi seyretmek, veya kitap okumak zevkliydi.

Motelin arkasi ciftlik gibiydi, sabahlari horoz otmesiyle uyanmak yerine kuzularin meelemesi ile uyaniyorsun, ama nasil mee liyorlar gormeniz lazim, ozel olarak inceledim onlari, hepsinin sesi ayri tonda ve stilde, sabah 7 de basliyorlar mee lemeye. Sonra horozlar da bir zahmet otuyorlar. Bu arada ben inekden sut sagmasini ogrendim, biliyormusunuz aslinda ne kadar zor bir ismis, ben de soyle tutup sikacaksin sut gelecek saniyordum, hic oyle degil. Once inegi cekistire cekistire bir agac altina getiriyorsun, sonra onune kocaman legenle yiyeceklerini, artik yemekler, karpuz kabuklari, ayrica yemi, ve daha ne varsa koyuyorsun, agaca bagliyorsun, arka ayaklarini da birbirine bagliyorsun ve o yemek yemekle mesgulken sen de inegin memelerini tutup cekistiriyorsun ama bayagi bir maharet ve kuvvet gerek, hayvanin cani acimayacak, ama sut de fiskiracak.
Once bunu hergun yapan teyzeyi izledim, 70 yasindayim dedi ama valla 55-60 falan gosteriyordu, elleri nasil kuvvetli, ve nasil sikica kavrayip yukaridan asagiya dogru cekistiriyor ve nasil sut fiskiriyor, sonra ben denemeye kalktim ama tis yok, sikiyorum gelmiyor, meger nasil kuvvetle asilacakmissin. Sonra biraz becerdim ama inek anladi ben bu islerin erbabi degilim sikildi, basladi homurdanmaya, teyze hemen birak kizim sen sehir kizi bundan anlamazsin yapamazsin git isine dedi, bende sadece seyrettim ve resmini cektim. (bakiniz ekler) Oyle memeleri dolu dolu inekler gordugunuzde sunlara bir el atsak nasil sut cikar diye bu isi hafife almayin sakin benim gibi, cok hassas bir konu bu aslinda.

Boyle ince ince anlatiyorum ama gercekden cok hosuma gitti, kendimi baska bir dunyada gibi hissettim orada, koy, ciftlik yasantisi, hayvanlarla burun buruna, tezek kokusuna karisan kekik kokulari, odun atesi kokusu, ama cok guzel ve cok degisik bir deneyim di benim icin.

Hele o kuzular, nasil sevimli nasil sekerler, annelerinin ayaklari altindan girip cikiyorlar, yem yemeleri, oyle durup bakmalari, meee lemeleri, cok degisikti. Kafayi usutup hayvanlarla sohbete basladigimi dusuneceksiniz ama valla bana sehir hayatindan sonra cok iyi geldi.

Zaten buradaki kargasa ve kalabaliktan kactigim icin 3-4 gun terapi gibi geldi ama sonra sikildim ve Kadirga koyuna gectim. Orada da daha once giden arkadaslarin tavsiyesi ile Albena Otelde kaldim. Assos’u bilenler hatirlayacaklar, bir bu kadirga koyu var, bir de iskele tarafi var. Kadirga koyu, upuzun kumsal ve deniz seklinde olup, yol kenarinda da otellerin siralandigi genis bir alan. Sira sira oteller dizilmis, arada bir bakkal cakkal gibi seyler, acik cay bahcemsi yerler ama daha cok oteller, Eden Garden v.s. falan var, hepsi burnundan kil aldirmayan oteller, fiyatlarda bir yuksek, gorseniz, bu Istanbul’a yakin bir bolge ya, gelen cok ya, ragbet olunca tabi hepsinin burnu kalkmis, bir havalardalar. Nedir bu Assos sendrumu anlayamadim, belki ucuz pansiyonlar falan da vardir ama soyle bir cevremizi taniyalim gezisi yapip otel fiyatlari sordum da, hepsi havali. Ama benim oteldeki servis, oda, yemekler, plaj gibi seylerden memnun kaldim.

Ben tatildeyken cogu zaman etrafdaki insanlari incelerim. Canim turk halki tatile maaile cikiyor, coluk cocuk, kizkardes, kayinvalide, bacanak, v.s. daha olmadi, baska bir cift ve cocuklari ile beraber, otele gelince kalabaliklar ya, 2-3 veya daha fazla oda tutuyorlar ya, zannedersinki oteli satin almislar, bir yayilma, bir benimseme, kumsalda 8 tane kadar sezlong tutma, cocuklarin oyuncaklarinin hayli genis bir alana yayilmasi, kadinlarin uzaktan birbirlerine bagira bagira konusmasi veya cocuklara bagirmalar, erkeklerin tam geyik sohbeti denilen seyleri yapmalari (ya dun aksam tv deki mac, ya sabah yanindakini tavlada yenmis olmasi, ya dun gece ickiyi fazla kacirmaktan dolayi gece uyuyamama veya cok uyuyup kahvaltiyi kacirma, ya da is yerinden gelen telefonlara avaz avaz cevap verip, kapattiktan sonra da “yahu bir rahat birakmiyorlar tatildemiyiz, istemiyiz belli degil” muhabbeti) .

Bir de cocuklar, ciyak ciyak, ya denize girmek istemeyen cocuklari zorlayan anne babalara karsi ciyak, ya denizdeki dalgalarla oynasmadan, neseden, sevincden ciyak, ya kardesi veya arkadasi ile oynarken kova, kurek, simit, kum, havuz yuzunden anlasmazlikdan ciyak, veya anne veya babadan bir sey istemek icin ciyak. Ama ne cigliklar, hicbir anne baba da cocum sus tamam demiyor, israra devam, ne rahatlar, ne aldirmazlar, ne vurdumduymaz anne babalar, pes yani, inanilmaz. Bizim annemiz bir bakisla bizi oldugumuz yere mihlardi valla, nur icinde yatsin.
Bir kac cocuk elimde telef olacakti ama ya sabir Dilek uyma sen onlara oku kitabini dedim.

Aksamlari otelde bir genc kiz, bir genc erkek gitar calip sarkilar soyluyordu, hafiften baslayan sarkilar sonunda eller havaya seklinde ve ortalikdaki cocuk ciyaklari ile devam ediyordu.
Bir de kumsaldaki halkimi gozluyordum, 50 tane semsiye varsa, 3 semsiye altindakiler kitap okuyorlar, 5-6 semsiye altindakiler gazete okuyorlar, 4-5 tanesi de cep mesaji okuyor veya yaziyor, geri kalanlar geyik yapma ve gurultu yapmaya sartlandirilmislardi.
Halbuki yabancilarin oldugu bir otelin plajine giderseniz, sessizlik hakimdir, deniz sesini dinlersiniz, cunku buyukler kitap okuyorlardir, sessizce konusuyorlardir, cocuklarda kendi kendilerine oynuyorlardir veya yuzuyorlardir, nadiren anneleri babalari seslenir, hadi artik cik diye, havlunu al diye, sapka giy diye veya.
Bir de aksam yemeklerindeki halkim gorulmeye deger, ailece geldiler ya, oteli de satin aldilar ya, masa krallar gibi donatilacak, her garsona oglum buz getir, oglum bunu gotur, oglum sunu getir diye buyurulur, illa raki icilir, patlayincaya kadar yenilir, ne sahaneyiz, tatildeyiz, ne cok egleniyoruz diye gerinilir. Valla gittigim yerlerdeki oteller ve kalanlar boyleydi.
Fazla mi inceliyorum nedir??? Yalnizim diye mi bana oyle geliyor nedir??? DEGİL VALLA.

Eylül 2005 Datca Anıları

Merhabalar,

2.hafta tatilim Datca’da basladi, bodrumdan Datca’ya feribotla gelmek o kadar zevkli, o kadar hos ki , sirf bunun icin bile Datca’ya gidilir. Ben yine gecen seneki otelime yerlestim, hava mis, deniz berrak, harika bir bahcesi var otelin ve harika bir manzarasi.

O gun Datca’nin pazariydi, butun yorgunluguma ragmen yine hemen pazara gittim, murdum erikleri, incirler, uzumler cok guzeldi, nasil da ucuzlar, kaldirimda filan torbalar icinde incirler satiyor dedeler, anneanneler, ne olur al diyorlar, kilodan fazla geliyor, 1 kg parasi aliyorlar, hala orada acikgozlesmemis pazarcilar vardi.

Bu tatilde eski Datcada nefis yoresel taslardan yapilmis evleri olan arkadaslarim da oradalardi, eksik olmasinlar beni hep gezdirdiler. (Evlerini ileride anlatacagim). Ertesi gun Kargi koyuna gittik, nefis suyu olan, cok kalabalik olmayan ufak bir koy, ufak cay bahcesi ile acik hava lokantasi arasi yerler var, sabahtan yerlesiyorsun bir masaya, veya - deniz yukseldigi zaman suyun icinde gibi oldugun, alcak masa gibi kayalar uzerindeki sezlonglara - aksama kadar ye, ic, yuz, guneslen, circir boceklerinin bitmeyen sarkilarini dinle, etrafdaki incir agaclarinin kokulari, kabak cicegi dolmasi, deniz borulcesi yemek, koyun icinde bir sagdan bir soldan yuzmek ve akvaryum gibi suya kendini birakmak cok hostu.

Arkadaslarimin evini anlatmam lazim, eski datca denilen datca’nin tepesinde bir yorede, sanki tarih icinde yolculuk yapiyorsun, daracik sokaklar, bazilari eski kalmis, cogunlugu ele alinip restore edilmis tas evler, yerler de parke tasi doseli, aralardan agaclarin, begonvillerin firladigi sokaklar. Evler cok tarihi, cok hos, restore edenler daha bir modernlik kattigi icin, iki farkli atmosfer bir arada cok degisik bir gorunum yapiyorlar. Bizim arkadaslarin evlerinin bahcesinde yok yok, palmiyeden tut, kaktus agaclarina kadar, yerlerdeki bitki, kucuk kaktusler degil, kocaman agac ve meyvalari var, limon, mandalinadan zeytine kadar, bademden dut agacina kadar, kayisi, yuka bile vardi. Cok guzel bir bahcesi var, aralara koyulmus koltuklar, dekoratif sehpalar, sezlonglar, okuma kosesi, banklar, uyuklama koltugu, sutunlar, saksilar, kuyu da var ama kor, suyu yok dekoratif olarak, yerler tas, duvarlar tas, ferforje kapilar, trabzanlar, evin icindeki odalar, tahta kapilar, nisler, somine, anforalar, merdivenler, banyodaki fayanslar renkler, odalarin dosenmeleri, yoresel kumaslardan ortuler, susler, mutfak falan o kadr hostuki, o kadar hosuma gittiki, zaten oldum olasi tas evlere bayilirim, burasi da ayri bir zevk ornegi idi. Bir aksam yemege davetliydim, bahcede romantik isiklar esliginde balik ziyafeti cok guzel gecti, ilisikteki fotolara bakin. Arkadasimin kizkardesi ev sahibesi Nazan hanim ilkbahardan sonbahara kadar bu guzelliklerin tadini cikariyormus, gule gule otursun, pek memnun oldum.

Bir gun de komsu koylardan palamutbukune gittik, buk = koy demekmis yeni ogrendim, burada bir suru buk var zaten, ovabuku, hayitbuku, nefis yerler. Palamutbuku harika bir koy, denizden itibaren tarif ediyorum hayal edin, harika bir deniz, tasli sahil upuzun, sonra taslar ustunde masalar agaclar altinda sonra yol geciyor, sonra restoranlar, ufak pansiyonlar.
Aksam sezlonglar kalkiyor masalar denizin dibine kadar yerlestiriliyor, masalara mum isiklari konuyor, neredeyse ayaklarin suda yemek yiyiorsun, harika bir atmosfer. Buradaki agaclar Ilgin agaclariymis, ilk defa gordum, boyle bir cesit sogut gibi desem degil, hafif, ufak yaprakli, salkim sacak duruyor, ama nasil guzel bir manzarasi var, resimleri cekmedigime yaniyorum, yol boyunca siralaniyorlar, altindaki masalara yayiliyorsun, ilgin ilgin eser yeller diye siir mi, sarki mi bir sey vardi, iste burada ruzgar estikce o agaclarin dalgalanmasi cok guzel bir benzetme olmus. Tecahul-u arif mi denirdi buna edebiyatta neyse...
Orada da deniz, yemek, gunes derken arkadasim arabasinda tasidigi sisme botu cikardi, sisirdik, motor taktik ve komsu koylari dolasmaya gittik, esi ve ben mico olarak bayagi basariliymisiz !!. Buralarda da her sahilde oldugu gibi bir Emel Sayin koyu var, kimsenin el degmedigi, cikmadigi koylar var, denizin rengini tarif edemiyorum, turkuaz mi desem, lacivert mi, yesil mi, bu kadar berrak, temiz ve karpuz kokulu. Temiz deniz karpuz kokuyor ben bunu anladim artik. Hele bir koyda resmen sahilde taslarin arasinda kaynak suyu cikiyor gorduk, avucla ictik. Altimizda zodyak bot oldugu icin, begendigimiz kumsala cekiyor, sahile cikip kesif yapiyorduk, ben hosnutlukdan ara sira garip sesler cikariyor, ciglik atmamak icin duruyordum, o kekik kokulari, adacayi kokulari, hemen yanibasinda biten otlar, doga bu kadar harika bir sey. Bazi koylar magaralar seklinde, kayalar oyulmus icine girebiliyorsun, bazilari ne kadar dik ve sert yapida, ama burada da muhakkak bir volkanik yapi var, ve cok eskiden depremden cokmus bir yapi var, Datca’nin bir cok yeri sit alani.
Bazi koylara sahil siteleri, yazlik siteler falan yapmislar ama hicbir canlilik gorunmuyordu, kimse niye gelmiyor acaba dedik, oradaki bir eve bu kadar para gommek ve gelip tadini cikarmamak nasil bir is anlayamadim.

Boyle boyle dolasarak yeni yerler gorduk, yine palamut bukunde Semra hn isimli bir hanimin yerine gittik, fransizca bir isim koymustu ama unuttum. O da eski tas binayi alip restore ettirmis, arkasinda da uzun bir bahce icinde bar ve masalar koymus, en arkadaki bahcede kendi sebzeler, meyvalar yetistiriyor falan. Hos bir restoran-cafe gibi yapmis, yatlarla gelen musterilere hitap etmek istiyor, ama kotu bir limonata yapmislardi, begenmedik.

Sonra bir aksam Marmaris’e giderken yol ustundeki Orhaniye’ye gittik, 50-60 km uzaklikta, hisaronu denilen yerde nefis bir tesis var, hisarönü zaten cok hos bir yer, butun yesillikler arasindan gidiyorsun, kivrila kivrila, bir taraf deniz, diger taraf cam ormani, koylar cok hos gorunuyor, yol virajli olmasina ragmen eskiye nazaran cok iyilesmis mis, hem yol genislemis, hemde asfalt yapmislar, onun icin biz 3 kafadar aksam yemegine orqya gidip gece donmeyi goze aldik. Benim arkadaslar eski tecrubeli kurtlar, ben de goreyim diye yola dustuler, valla haklarini odeyemiyecegim.
Efendim hisaronunde Club Mistral diye bir tesis var, Setur yat limaninin ustunde gece klubu, restoran, bar, cafe karisimi. Tahta platformlar uzerinde, agaclar altinda, los isiklar, mayhos kokular, bir de mehtap vardi o gece. Yatlarini rihtima baglamis cebi siskin, yuzleri piskin (yanmis bronz yani) yaslari geckince bayanlar baylar arzi endam ettiler. Biz allahtan aksamustu yola cikmistik, gunes batmadan etrafi gorelim istedik, biraz rihtimda oyalandik resimler cektik, evvelki koyda buluna sirin kucuk motele baktik (seneye oraya gidebilirim), sonra da gelip bu Mistralde masamiza kurulduk.
Bakin simdi hayal edin; cam agaclari altinda oturuyorsun (hatta koluna recine bulasiyor butun gece cikmiyor) , arkanda yat limani, onunde yuksekce bir platform uzerinde sahne, Atilla Demircioglu caliyor, fransizca parcalar soyluyor, hava mis gibi, (serbet gibi) tepende dolunay, onunde yemekler, etrafda sik ve latif insanlar, ayy ne kadar guzel bir aksamdi, yasamaniz lazimdi valla. Sonra sahneye “Eskici Bandosu” ‘ndan Ender de cikti, arkasindan oranin sahibi, (gecenlerde hurriyetin veya milliyetin ekinde hayati anlatilan enteresan adam) Orhan (yoksa Oktay miydi ??) Kitapci cikti, (adam mucit gibi, ters cevrilmis kova uzerinde sirik ve gerilmis iple kontrobas yapip aynen onun gibi ses cikartiyor), bir ara musteri-misafir olarak oturan Meric Koyatasi da gitar calip sarki soylemeye kalkisti ama fazla sarhostu beceremedi.
Ama Ender – Orhan - Atilla uclusu cok hos seyler calip soylediler, ayri ayri sololar yaptilar, herkes mest oldu. Gece gayet elegan, hos, neseli ve doyurucu bir sekilde sona erdi, bizde koyumuze donduk. Buraya bu sene motel insaati baslamis, herhalde setur isletecek, dolayisiyla gelecek yaza orada kalmak farz oldu. Deniz ve maalesef rutubetli havasi Datca’yi aratir ama oraninda ayri bir havasi vardir, ben zaten oldum olasi Marmaris’e bayilirim, hele boyle merkezden uzak yoreleri harikadir, cam ormani kokulari, bilumum otlarin kokulari yol boyunca bize eslik etti. Ben boyle bir hoşşş dondum oradan.

Datca’nin kekikleri meshur oldugundan bir de kekik bali yapmislar, zaten Datca denince bal, badem diyorlar. Bademli bir suru yemekleri var, o kadar cok badem agaclari varki, genis alanlardaki agaclarin ilkbaharda cicek actiklari zaman tepeden baktiginda kar yagmis gibi bir goruntu yarattiklarini soyluyorlar ve ilkbahar aylarinda oraya gitmenin ideal oldugunu soyluyorlar, bitki ortusu, cicekler, bortu bocek isleri falan gorulmeye degermis. O kadar cok degisik cicekler, agaclar varki, bence tabiatcilarin veya botanikcilerin calisma inceleme yapmasi icin harika bir bolge.

Bir aksam da baska bir Datca evine yemege davetliydik, Datca’nin diger ucunda yer alan Gokova Sitesinden yeni ev almis ev sahibi butun hunerlerini sergilemisti, yemekde davetli olan diger kisiler de Datca’ya cok daha eskiden yerlesmis, simdi adeta Datcali olmus bir ciftti, aksamin ilerleyen saatlerinde sohbet iyice koyulastikca, Datca’nin gecmisi ile ilgili bilgiler, Turk Yunan iliskileri, hemen karsidaki Simi adasi ile iliskiler, Datca pazarina her hafta feribotla gelip giden yunanlilarla kurulan dostluklar, ne kadar hayirli, vefakar insanlar olduklari, tarih boyunca karsilikli yapilan ziyaretler, Datca’nin yolu itibariyle uzak ulasilmaz oldugu zamanlar, oranin saki Turkiye degilde adeta yunan adasiymis gibi yasamasi, onlarla aramizin bu kadar iyi olmasi, simdi karsilikli festivaller duzenledikleri, daha sik ziyaretler yapildigini, daha bir suru de masalimsi hikayeler dinledigimi hatirlayinca cok hoss bir aksam yasamistik diyorum. Ustune de bonus olarak ev sahibinin eski usul gunesde durarak yaptigi kayisi receli de hediye gelmisti.
Orada yazlik evinde butun bir yazi hatta sonbahari geciren Istanbullular veya baska buyuk sehirlerden gelenler, bahcelerindeki bademlerini aliyorlar kirip ayiklayip hazirliyorlar, incirlerden yemedikleri bir cesidini (turlu cesit incir var) gunese serip kurutuyorlar kisa kuru incir hazirliyorlar, limonlar dallardan sarkiyor, simdi narlar olusmustur, mandalinalar kizariyordur. Ahh ah orada olmak vardi.
Ondan sonraki gunler yine denizle hasir nesir seklinde gecti ve tatil bitip isimize, evimize donduk aci gerceklerle yuzlesmek icin. Halbuki simdi agustosdan cok daha sahane gunler yasaniyordur Datcada eminim.
Bu arada yazmayi unuttum, Datca tepelerinde bir yerlerde Chateau Triopia diye bir butik otel yapilmis, gormeniz lazim. Turk ama Viyana da yasamis, esi de Avusturyali olan bir mimar yazmis, cizmis, insaa etmis simdi de isletiyor, ev degil, otel degil, manzarasi, havuzu, odalari, renkleri cok sahane bir yer yapmis, siteye girip bakin, bence de hangi mevsim isterseniz gidin deger. http://www.triopia.net/, keske sahibi bekar olsaydi.....
Bir de eski datcada yer alan ben oradayken satilik ilanini gordugumuz, Datca’nin en şık pansiyonuna sitesinden girip bir goz atin, bayilacaksiniz. http://www.dedepansiyon.com/
Artik, Mehmet Ali Pasa Konagini hepiniz biliyorsunuzdur, (gazetelere cok cikti) nefis, tarihi, sahane bahcesi olan biryer, bakiniz. http://www.mehmetalipasakonagi.com.tr/ , burada kal ve yasa !!
Seneye baska yorelerde bulusmak uzere....

9 Mayıs 2006

2005 Nisan Mayıs Ayları

Ne yapayim soyle disime dokunur bir konu bulamadim, seyahat falan da yapamadim su aralar, bir de gripten yattim 15 gundur gecmedi hala veremli gibi oksuruyorum, midemde yaralar cikti onunla ugrasiyorum, isler yogunlasti, yok havalar isindi sogudu derken gunler cabucak geciyor iste.
Bende iki arada bir derede Istanbul Film Festivalini izlemeye calistim, bare oradan lafi acayim sonra nasil olsa bir yerlere akar gider yazim, dedim.

Birkac senedir pek yakindan takip edemiyordum, biletleri onceden ayarlayip gidemiyordum, denk gelirse bakiyordum ama bu sene ozel olarak filmleri okumak kismet oldu, on rezervasyonla birkac film sectim ve gitmeye basladim. Ilk gunler hava cok guzeldi, sonra yeniden kis gibi sogudu simdi tekrar acacak insallah.
Hava guzel olunca, Cumartesi ve Pazar, bir de festival zamani Istiklal caddesini gormeniz lazim. Nasil kalabalik oluyor, nasil herkesin kendini attigi bir yer oluyor, ne cesit kizlar erkekler varmis megerse diyorsunuz, o ne giyim cesitleri, o ne sac bas durumlari, nasil bir genclik var ortalikta, ne kadar cok yabanci yasiyor Istanbulda, ayrica turist olarak da gezenler cogunlukta, millet olarak soyle siralaniyor, Yunanlilar, Ispanyol ve Italyanlar, Almanlar ve Amerikalilar.
Ama benim en cok hosuma giden oyle bir insan seli oradan oraya akiyor ki bunu icine girip yasamak lazim, nasil bir kosturmaca, nasil bir heyecan, hareket, dalgalanma, coluk cocuk, buyuk, erkek, kadin, bir karmasa seklinde ama kendi icinde bir aheng halinde. Sinemaya giden tipler, is icabi o caddeyi kullananlar, isi gucu olmayip sallananlar, gezmeye alisverise gelenler, veya mecburen yolu oradan gecmek zorunda kalanlar, veya oranin her daim hazir ahalisi. Bilumum insan tipleri (selpakci cocuk, tinerci, sarapci, donme, hayat insanlari, seyyar saticilar, gazete satanlar, polisler, copculer, afrikalilar, sokakta yatanlar ve daha binbir cesit).

Ama sinema severler ayri bir ahali, gercek sinema seyircileri, yonetmeni, aktoru, artisti, senaryocusu, isikcisi, tv den tanidiklarimiz, tiyatrodan bildiklerimiz, dizi tipleri, eski gercek sinema sanatcilari v.s her sefer birileri ile burun buruna geliyorsun, salonda onlarla beraber olup film seyretmek hos oluyor, (bazen de yakindan gorunce onlari perdedeki gibi sihirli degiller, nasil da yaslanmislar, veya ayy gozleri ne guzelmis veya yaa pek de hos degilmis gibi seyler diyorsun).
Filmlere gelince, ticari filmlere ve de amerikan sinemasi ile kafalari yikananlara hos bir degisiklik oluyor, Avrupa sinemasindan, Cin, Kanada, Meksika, Japon sinemasindan ornekler goruyoruz, enn eski filmlerin tekrari oluyor, (bu sene italyan yonetmenlerin eski filmleri vardi) yillar once gordugun bir film tekrar geliyor (ben bunu gencligimde seyretmistim falan gibi nostalji yapiyorsun) veya hic tanimadigin bir memleketin bir yonetmeni harika bir film yapmis, hayatta festival disi gelip de oynamaz, ne guzel bir sans, burada seyrediyorsun (mesela Kanada’dan “Aklimi Celme” ne guzeldi, Afrika’dan “Koruma” kizlarin sunnet edilmesine parmak basan ne renkli, ne guzel muzikli ama ne buruk bir filmdi)). Bazilari da festivalden sonra tekrar gelecek gitmenizi tavsiye edecegim filmlerdi ( “Lavanta Kokulu Kadinlar” gibi mesela). Her bir film hakkinda konusmak benim 3 saatimi alir, sizi de bayar simdilik burada keseyim.

Istiklal caddesi, suslemeleri ile, gece isiklandirmalariyla, vitrinleri, muzik sesleri, yiyecek yerleri ile nasil bir cumbus icinde bilirsiniz, Saray Muhallebicisi artik fabrika yemekhanesi gibi olmus, ari gibi isliyor, giren cikan, kalkan oturan nasil bir devinim var, ama herhalde kalabaliga yemek yetistirmek icin azicik hile hurda yapiyorlar, tavuk suyu corbalari bozulmus valla, ne tad ne tuz, eski bildigimiz tavuk suyuna sehriye pek degil, sade suya sehriye + birkac tavuk eti olmus, cok bozuldum.
Ayni sekilde Inci’nin de profitrolu bozulmus, acaba usta mi degisti ? kasadaki kiz hep ayni ama !! profitrollerin tadi da eskisi gibi degil artik. Acaba benim agizimin tadi mi bozuldu dersiniz, ikisine de bir sans daha verecegim sonra protesto edecegim. Bu konuda fikri olan simdi konussun, son zamanlarda deneyen varmi???

Istiklal caddesindeki muzik cesidine bakarsaniz, tam her telden caliyor hesabi, bu kadar bir gurultu kirliligi olur yani, kimse de buna dur demiyor, her dukkan ayri birsey caliyor, hemde avaz avaz, yani guzel parcalar icin iyi de, bazilari da hic cekilmiyor, hele son zamanlardaki bazi reklamlarin muzikleri artik arka arkaya dinlemekten kusacaginiz geliyor. Tabi benim gibi gunde 2 veya 3 film yapanlar icin, birinden cikinca digerine girmeden bir seyler atistirmak veya birsey almak, bir cafede oturmak veya yuruyup vakit gecirmek icin tur atarken mecburiyetten butun bunlari goruyorsun, dinliyorsun, baka kaliyorsun....

Bir de ne kadar renkli cafcafli dukkanlar var, aklina ne gelirse satiyorlar, t-shirtculer, ayakkabicilar, cocuk isleri, oyuncak, kiyafet v.s. elektronik aletler, seyyar saticilar (bilumum plastik ivir zivir), aman allah gormek lazim neler neler. Bu arada da son zamanlarin gozdesi hint isi esyalar satan dukkanlar, butun Hindistani buraya getirmisler valla. Hindistani gormus biri olarak orada bu kadar cesit, guzel seyler gormemistim, (bilhassa tunele dogru giderken, galatasaray lisesi karsisina dusen yerlerde bir magaza) sallar, fularlar nefis, gomlek, elbise gibi seyler daha cok Rus kizlar tarafindan ragbet goruyor, sapkalar, ev susleri harika seyler var, etekler pantalonlar bu yaz daha cok gorecegiz, ne kadar sik, incik boncuk islemeli bluzlar var, Nisantasindaki fiyatlar dudak ucuklatir, burada daha ehven rakkamlar, hele Kapali carsida gorseniz zebil...

Iste boyle bir beyoglu, istiklal caddesi turu anlatmakla bitmez ama su film gunleri bitmeden oranin havasini bir soluyun bence, heryer sinema festivali kokuyor, mimoza ve nergiz kokulari arasinda, papatya demetleri esliginde. (Ben bunu size gonderene kadar festival bitti, bir dahaki seneye insallah).

Gelelim televizyona, carsamba geceleri TV 8 de “Yasamdan Dakikalar” diye bir program var, acaba seyrediyormusunuz??? Ben oradaki Hasmet Babaoglu’na asik oluyorum her seferinde, ne kadar cool (turkce kelime bulamadim yerine) bir adam, ne kadar romantik ve ne kadar cok bilgili, cok okuyan birisi, film bilgisi, kitap bilgisi beni kiskandiriyor, durusu, konusmasi, bakis acisi, anlatisi cok hos dimi, aranizda onu taniyan beni tanistiracak birisi varmi anti parantez !!!
Ote yandan herzaman sevdigim Nebil Ozgenturk ne kadar insancil bir adam, ne guzel noktalara parmak basiyor, Sunay Akin’i da acikcasi pek sevmezdim, cok artistik bulurum, hafif abartili siir okumasi, tiyatrovari havasi ve bazi kafiyesiz, hikaye gibi siirleri beni pek sarmazdi ama burada dinledikce begenmeye basladim, cok degilse de idare ediyor, bazen cok guzel yerlerde cok guzel konulara deginiyor, hatirlatmalar yapiyor, konuya uygun siirler bulmasi takdire sayan. Son uye Hincal hakkinda ne dusundugumu bilenler bilir, hayatta sevmedigim sevemiyecegim, yazilarini tesadufen okusam da begenmedigim, kendini her moktan anlayan sanan, guzelim filmlere mok atan, son gunlerde yaptiklari ile iyice kendini komiklestiren, herseyde ahkam kesme uzmani, sinir kisilik.
Ne olur dikkat edin, gevrek gevrek kahkaha atmasi bile ne kadar yapmacik, ne kadar sahte, sozum ona bir lafa guluyor, 30 sn icinde bicak gibi kesiliyor, yerli yersiz herseye bir kahkaha patlatma efekti gibi adam, ne olur dikkatle izleyin onu, ne kadar gicik, ne kadar sinir oluyorum yani anlatamam, programin guzelliginden, sohbetin hoslugundan onu da cekiyorum iste, sevenler icin harika geliyordur kimbilir, ama ben kil oluyorum yani.

Ama program cok hos, sohbet, ara vermeler, konular, gorusler, yani dinlemeye, seyretmeye doyamiyacaginiz bir program, 2-3 kere izleyin muptelasi olacaksiniz, (sonra yorumlarinizi dinlerim).

Bir de Okan Bayulgen’in programi var, persembeleri NTV de “Herkes bunu konusuyor” diye, gecenlerde Adli Tip uzmanlarini toplamisti, her sefer bir baska konu yapiyor, ama, konuklar, sohbet sekli, bilgilenme, dozunda mizah, sulanmadan sakalar, bir de karikaturculeri toplamisti, ne kadar zevkle izliyorsunuz, adami zaten Zaga’dan biliyoruz ama artik Zaga sabaha karsi baslayinca ben takip edemez oldum. Ama burada Zaga’dan cok baska bir kisilikte cikiyor karsimiza, izleyin anacim begeneceksiniz.

Beni de TV kusu zannedeceksiniz ama degilim haa, ben sadece bu iki programa, haberlere ve Cnbc-e ye takiliyorum, bazen de digiturk mesela. Film olsun da bana olsun hesabi. Ama son zamanlarin cnbc-e dizisi “Desperate Housewifes” i cok tavsiye ederim, Sali aksamlari kacirmayin, valla cok egleneceksiniz, onune gelen kanalda, onune gelen saatte yayinlanan turkce dizilerden kusmak gelenlere duyurulur.

Bu paragraf herkesi ilgilendirmeyebilir ama bahsetmeden gecemiyecegim. Gecen hafta sonu Hurriyet gazetesinin ekinde lise yillarimin cografya hocasi hakkinda yazi cikmisti. Ankara Bahcelievler Deneme Lisesinde okurken tanidigimiz cografya ogretmenimiz Mesude Engin hanimi yazmislar, meshurlarin (bizim liseden Ugur Mumcu, Kenan Onuk= ne oldu bu adama hasta mi? tipi niye oyle oldu bilen varmi= Guven Gurkan, ve daha bir suru meshur mezun olmustur) hocasi diye anlatiyordu, hala saclari, yuzu, boyu posu yerinde ama nasil yillar onu da degistirmis, boyle zarif, hafif balik etli, kizil bukle bukle dalgali saclari olan, klasik lise ogretmenlerinden cok farkli, cok renkli bir tipti, o guzelim kizil saclarina cok hos giden yesil, turuncu, kirmizi elbiseler giyer, cikik elmacik kemikleri ve kirmizi rujlu dudaklari ile 1940 larin kadinlari gibiydi (biz 70 li yillarin ortasinda lisede oldugumuza gore) sanki bir cesit Rita Hayworth tipli mi desem. Yalovada esi ile mutlu mesut yasiyormus, emekli olmus falan filan. Soyle bir Ankara’ya okul yillarina gidip geldim. Hocamizi ziyaret etmek, konusmak isterdim, okul zamani cografyayi dersden saymadigimiz icin hocayla da dalga gecerdik.

Ay gene tv aklima geldi, bizim yerli “Cirak” dizisine bakiyormusunuz allah askina, su kizlarin halini seyrediyormusunuz, birbirlerini yemekten bir hal oluyorlar, her zaman derim ya kadinlardan korkarim, erkeklerden cekinmem diye, her yerde, her yasda, her tahsilde ayni iste kadin milleti.

Artik bahar geldi dimi, agaclardaki yesillikler cogaliyor ama bu sene soyle her tarafin bembeyaz veya pespembe bahar dallarina burundugunu goremedim, ya daha acacaklar, ya da ruzgarla, yagmurla gittiler bilemedim, 2 gun gomlekle gez, sonra yine palto giy manyak olduk valla, agaclar ne yapsin dimi. Ben simdi erguvanlari bekliyorum, biliyormusunuz erguvan Istanbul’un agaciymis, eskiden beri her yerde daha cok varmis ama akli evveller kesip durmuslar. Simdi belediye yine her tarafi erguvanlarla donatalim diye kampanyalar yapiyormus, mayis onlarin acma ayiymis, Erguvan dostlari dernegi bile varmis, en guzel erguvan manzarasi Bebekden asagi inerkenmis (gidip bakicam) Arnavutkoy sirtlarinda da varmis, pembemsi eflatunumsu renkleri ne guzeldir dimi, hadi herkes evinin bahcesine bir erguvan diksin (tabi bahcesi, yeri olanlar, benim gibi betonla yasayanlara gore degil). Birde kuslar var, serceler mi, saka mi, sigircik mi hangisi boyle siir gibi oter, ofisin onundeki macka parkinin agaclarına dolusuyorlar suru halinde ve nasil sakiyorlar olmaz boyle birsey, bazende ofisin caminin altina geliyorlar sanki iceri girecem der gibi cik cik ciklemeleri insanin icini aciyor, bahari haber veriyor neyseki.

Tam bahar basima vurdu, sabah yataga yapistirilmis gibi kalkmak bilemiyorum, aksam gec yatmadigim halde uyku yetmiyor, gun boyunca da bir esneme, bir uyusukluk, ogle yemege disari cikarsam iceri girmek istemiyor canim, calismak istemiyorum, soyle dag, bayir, kir olsun, cicek, bocek bakayim istiyorum, gunes acinca bir baska bulutlar gelince binbir baska oluyorum, sizde oylemisiniz allah askina, napicaz boyle yaniii.....

Vitamin yutmaktan bir hal oldum zaten butun kis ama para etmiyor artik, benim canim deniz istiyor, soyle ilik serin arasi sulara dogru acilmak, tatilim geldi anlasilan.
Simdi 19 mayis tatilini iple cekiyorum, illa bir yere kacmak lazim dimi ama ??? !!!
Ben her bahar boyle olurum, bir hos olurum, beni bu havalar mahvetti, bahar gelmis neyleyim gibi dizeleri yanyana siralayin bakalim ise yararmi???

Gecenlerde bir de Kapali Carsi yaptim, uzun zamandan sonra gidince ne hos geliyor, o dedigim hint isi giysiler, sallar, ortuler dolu, en moda enn marka cantalarin enn harika sahteleri dolu (hemde cok iyi fiyatlara), dericiler, ici kurk disi suet hafifcecik kabanlar, mantolar harika, incik boncuk isleri zebil, nisantasi magazalarinda fiyatini dahi soramiyacaginiz, simdi cok moda olan yari degerli taslardan yapilma renkli (topaz, aquamarin, safir, turmarin, citron taslarindan) kolye, kupe, bilezikler cok daha iyi fiyatlara dolu. Bence herkes ayda bir kere oraya gitmeli ve her ihtiyacini oradan temin edebilir, valla buradaki magazalardan kaziklaniyoruz / kaziklaniyorum.

Tramvaylar yapilmis, metrolar uzamis, meydanlar (eminonu) temizlenmis guzellestirilmeye baslanmis, yol kenarlarinda lalele ekilmis (kopru giselerinin yaninda bile var) sehri Istanbul bayagi degisiyor yani, ne cok gezilecek yeri var, gez dolas bitmez bir sehir burasi. Simdi ilk hedefim Cukurcuma ve Cihangiri kesfetmek.

Beni takip edin dostlarim, oralardan da bir yazi cikartirim herhalde.

Bu haftaya yine kapali mi acik mi bilemedigimiz bir havayla basladik, insallah gunes hemen yuzunu gosterir ve guneste cayira yayilan kuzular gibi biz de sokaklara yayiliriz, zaten cagla, erik, cilek ve yanyana yatiyor tezgahlarda, ahh midem iyi olsa da hepsinden bir an once yesem diye yalanip duruyorum.

Yeni sinemalar, yeni festivaller, konserler ve de yeni yazilarda bulusmak uzere.

Her Telden

Bugun bende hava gibi bulutluyum, ruhum da bulutlu, bakalim ne zaman gunes acacak.
Pazar gunleri kocaman bir kahvalti yapip sonra da gazetelere gomulmeyi cok seviyorum. İlla iki gazete alirim, ilaveleri ile beraber olur 4-6 gazete, oku allah oku, meditasyon gibidir benim icin.
Radikalde yazan Hakan Gulseven, Ayca Sen okurmusunuz, okuyun bence, Hakan G. nasil matrak yazarken ciddi ciddi dokundurur, cok guzel yerlere parmak basar. Ayca Sen de ciddi ciddi baslarken nasil matraklasir, cok alem kiz, bazilariniz radyo programlarindan bilir, simdi tv de de program yapiyor galiba, bir de kitap yazmis ama daha okumadim.
Benim en can damarima basan Ece Temelkuran, milliyette yaziyor, onu hep okuyun bence, durusu, savundugu fikirler, dokundurmalari, bakis acisi, tarzi, sekli semali hepsi birden iste...

Ne olacak bu Fenerbahce, Galatasaray maclari, ne enteresan oldu bu sene dimi, hafta sonu cok heyecanli gececek,ucu ucuna hersey, butun bir sezon cabalama, hirs, onca emek, onca zahmet, bir saniyelik vurus ile belli olacak. Ayy ben dayanamiyacagim...

Tirse rengi diye birsey duydunuzmu ? Acemce' den gelirmis, Pembe, Eflatun, Mavi karisimi bir renk tirse. Soylemesi cok guzel, kulaga da hos geliyor dimi, tirse. (Tabi siz harflerin cengellerini koyarak okuyorsunuz dimi??!!). Tirşe...

Galiba gunes aciyor, bende ruhumu gunese acayim biraz isinsin, bulutlar dagilsin...

8 Mayıs 2006

Hafta sonu, hafta basi

Sabahtan baslayamadim dokturmeye, simdi sira geldi ama bu sefer de yagmur afeti yuzunden sasirdim, neydi o oyle biraz once sagnak halinde, gok gurlemesi, simsekler derken onumuzdeki yol bir anda deniz oluverdi, valla arabalar da vapur misali...
Dun aksam haberturk izledinizmi acaba, Deniz Gezmis ve arkadaslarinin 6 mayis asilma yildonumuydu, bu konu ile ilgili acik oturum vardi, Oral Calislar, Celal Dofan, Berhan Simsek, Deniz Gezmis'in abisi Bora Gezmis. Tabi o yillarda yasayanlar bunu bilir ve anlar, bu cocuklar kimdi, ne yapmak istiyorlardi, ne ugruna gittiler, bu memleket 23-24 yaslarindaki 3 genci asti. Hadi memleket demeyelim de o zamanki yonetim diyelim, simdi hala soz soylemeye cesaret ediyorlar. Ankara studyosunda da Hasan Celal Guzel ve o zamanin savcisi Baki Tug vardi. Spiker gayet guzel sorular sorarak olaylari yonlendirmeye calisti ama bazen de cok yetersiz kaldi. O eski savci (suratinda meymenet yok zaten) hala nefret kusuyor, herkes her ne kadar gecmiste yapilan bir hataydi, gelin artik bunlar olmasin, ayirimcilik yapmayalim, bu zihniyetleri degistirelim, bu asilma hic demokratik degildi, suclamalar bu cezayi gerektirmezdi, dediyse de adam bir nebze kafasina birsey sokmadi, bir nebze nedamet getirip, o gunun sartlari bunu yaptirdi, keske olmasaydi demedi yaa. Sinir oldum ekran basinda, Oral C. Berhan S. nasil sakin konustular, nasil uzlasmaci konustular, onlarin yorumlari, sorulari karsisinda koseye sikistikca nasil saldirgan oldu, bar bar bagirip bu memleket sizin yuzunuzden boyle oldu demezmi, ote yandan H.Celal Guzel de iyice tirlamis, sakin sakin konusurken isi getirdi CHP ne yapti bu memlekete, Berhan S. e sen artistlik yap, sen ne anlarsin bu islerden, artiz gibi konusma demezmi. Baki Tug da H.C.Guzel de nasil basitlestiler, nasil toparlayamadilar, nasil konulari baska yerlere getirdiler, Oral C. birlikte kaldik hapisde, birlikte ciktik yola ne yaptiysak sunun icin yaptik diye anlatiyor ama anlayan nerde. O yillari yasayanlar sinirden kudurmustur eminim. Burada anlatmakla olmaz, seyretmeniz lazimdi, insallah tekrar verirler de yakalarsiniz.
Kapi gibi cocuklardi gittiler, simdi yasasalardi herbiri 58-60 yasinda olacaklardi, insallah bugunku genclik onlara dair bir iki sey okumustur. Bu arada onlari anlatan yazar Erdal Oz de ayni gun vefat etti, ne tesaduf dimi, allahin isine bakin.
Kutuphanede karistirirken tekrar elime aldim, "Kanayan" ve "Yaralisin" kitaplarini imzalamis bana Erdal Oz. Firsat olursa okuyun bunlari da. Ayy icim coktu valla, ne gunlerdi.