25 Temmuz 2008

Sezen Aksu

Yeni çıkan albümünü alıp dinlemeyen varmıdır hala acaba ??
Bu sefer de döktürmüş, hepsini bir araya getirip okusan roman gibi, hayat anlatımı sanki. Bayıldığım satırları paylaşmak istiyorum, hoş okuyanım çok az da olsa, belki bir tel titrer...

"Deniz Yıldızı" şarkısında,

Bebeğim işte hepsi bu kadar, deniz yıldızının hikayesidir hayat,
Ne kadar kurtarırsan kâr, kaç hayat kurtarırsan kâr

"Güvercin" şarkısında,

Sen de çekip gitme dayan be umudum, dön gel dön gel,
Meydan okur hayat pabuç bırakmaz ölüme, dön gel dön gel,

"Roman" şarkısından,

İnsanı insandan ayıranı kayıranı, sen islah et aşka yasak buyuranı, hak ya hak !
Tepeden bakanını, zulüm yapanını, ruhunu çula çaputa hak diye satanını, yak mevlam yak !

"Tanrı'nın Gözyaşları" şarkısından,

Her insan meyillidir ihanete, cinayete, her insan merhametli ve zalimdir
Bir yandan gücün suç ortaklığında bir yandan sızlar vicdan, ilahi bir takiptir

"Beşik" şarkısından,

Beşik gibi sallar hayat bizi, çeker basar vesikalık resmimizi
Aşk koruyabilir bir tek kaldıysa eğer hala masumiyetimizi

Aslında bütün şarkıları ve bütün sözleri şahane ama, beni vuranlar bunlar gibi sanki....
Eğer CD sini almadıysanız büyük kayıptasınız.

Kısa Kısa

Bazen güzel yazılar, şiirler okuyorum, kesip saklıyorum, birilerine de okumak istiyorum, veya maille gönderiyorum onlar da okusun istiyorum, şimdi burada paylaşmak istedim.
Yedinci yüzyılda Çin'de yaşayan bilge adam Lao Tzu, Taoizm adlı yaşam felsefesinin kurucusu ve bunun en kutsal kitabı olan Tao Te Ching'in yazarıdır. Taoizm müritlerine doğal ve yalın bir hayat tarzı önerir ve doğanın akışına karşı çıkmamayı tavsiye eder. Tao Te Ching şiir şeklinde yazılmıştır, çeviriye göre şöyle diyor ;

İnsan dünyaya geldiğinde yumuşak ve esnektir,
İnsan öldüğünde sert ve katıdır,
Bitkiler canlı iken yumuşak ve körpedir,
Bitkiler öldüklerinde çürük ve kurudurlar.
Demek ki sert ve bükülmez olan ölüme aittir,
Yumuşak ve esnek olan hayata aittir.
Sert ve kudretli olanlar yere çakılır,
Mütevazı ve yumuşak olanlar yükseklere çıkar.

Ne güzel dimi, ne kadar basit, yalın ama ne kadar derin, düşün ve iyice anla...

Arkasından bizden bir şairin iki satırı, Metin Altıok demiş ki;

Bir yarım umuttur elimizde kalan
Göğüslemek için karanlık yarınları

Hiç umudumuzu yitirmeyelim, gün doğmadan neler doğar demiş atalarımız, bir bildikleri vardı elbet.

Malezya

Bu yazıyı okuyalı epey oldu ama fırsat bulup buraya geçiremedim. O günden beri de atamıyorum bir türlü, okuyup fıkra niyetine gülüyorum ama, biraz sonra işin ciddiliği karşısında ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi, böyle adamların var olduğu bir memleket olduğunu, ve de adamın seçimle gelip bir posizyona oturduğunu falan düşününce saçımı başımı yolasım geliyor. Bir de en fenası bunu söyleyenin memleket dışından birisi olmasına karşılık memleketimde bu kafada binlercesi olduğunu düşününce ümitsizliğin dibine vuruyorum.
""" Malezyalı bir milletvekili dün, Müslüman kadınlara çok eşliliği benimsemeleri öğretilirse evliliklerde yaşanan sorunların ve boşanmaların azalacağını söyledi.
Meclisde konuşan bağımsız milletvekili İbrahim Ali, "bu gibi sorunlar genellikle kadınların çok eşliliği kabullenememelerinden kaynaklanıyor, kadınların çok eşliliği benimsemelerini sağlayacak büyük bir kampanya yapmaya ne dersiniz? " dedi. Ali ayrıca kadınların, hamile olduklarında ya da 50' li yaşlarında bazı "sorunlar" yaşamaya başladıklarında bile erkeklerin "eğlenmek istediklerini" anlamaları gerektiğini söyledi. """
Nasıl görüş ama, çok akıllı !! bir zat dimi ??? Ne diyeyim, allahından bulsun.

29 Haziran 2008

DÖRT AY OLDU

Yine eski rekorumu egale ettim, (yani yine yineledim) dört aydır evde oturuyordum, (işsiz kalıp evde oturma süresi 4 ay değişmedi yine).

1 Temmuzda işe başladım nihayet. Nasıl geçti bir de bana sorun, bazen neşeli, bazen çok üzgün, bazen ümitsiz, depresif, bazen moralini bozma, bunlar da geceçek hali ile. Çoğu zaman tamam artık çalışma hayatın bitti, B planı yapmaya başla. Tamam burada sana artık ekmek yok, bu kirayı da ödeyemezsin, eh daha bir kasabaya yerleşip inzivaya çekilecek kıvama da gelmedin o zaman tıpış tıpış Gebze'ye doğru yollan, bir de orasını dene bakalım diye kendimi havaya sokarak. Yahutta niye şartları zorluyorsun, değiştir hayatını çek git Ayvalık'a yerleş, ne yaparsan yap, otur orada zamanla insan herşeye alışıyor, neden olmasın diye acı acı ağlayarak, düşünerek, bekleyerek, lütfen ne olur bir şans daha, ben iyiyim, hala çalışırım, ben çalışarak ayakta duruyorum, ben daha bu şehirden gitmeye hazır değilim, biliyorum, birşey çıkacak karşıma, benden anlayan birisi ile yolum kesişecek, benim gibi birine ihtiyacı olan bir patron, müdür, birisi vardır elbet diyerek.
Bazen ağlayarak, bazen de yeter yaa ucunda ölüm yokya, (olsa ne olur, ölümden mi korkuyoruz sanki) en fazla ne olur sanki diyerek, bazen de iyi düşün iyi çağır, kuvvetle iste, ne istersen o olur uygulaması yaparak dört ay geçti işte. Birikmiş paralar suyunu çekmişti, pat diye gelen ay başları kira ödeme gıcıklığı, diğer faturalar ve daha bugüne kadar yapıp da artık yapamadığın şeylerin dayanılmaz ağırlığı ile geçen günler.
İşte çok şükür geçti, bitti, Allah yüzüme güldü, benden anlayan! bir patron çıktı, bana bir şans veriyor, beraber çalışıyoruz, Allahım beni utandırma, adamı pişman etme, nerede kalmıştık, aynen devam diyorum.
Sanki bir his, inceden inceye, alttan alttan duyduğum, sanki ben biliyordum böyle olacağını, içimde bir his vardı, zaten onun için de çok üzüldüğüm zaman içimden bir ses boşuna üzülüyorsun, etrafı dinleme, kendine güven, neden söylenenlerden etkileniyorsun, ümitsizliğe düşüp kendine güvenini yitiriyorsun diyordu. Sanki zamanı var, bekle, hayat sana birşeyler öğretiyor, bunun altındaki manayı gör, bırak nasıl olsa olacak birşey hissi. Sanki ennn içim biliyordu da dışıma anlatamıyordu böyle olacağını. Ahh unutmadan şu özümü dinleyebilsem, o herşeyi biliyor ve zamanı gelince uyguluyor, sabret, güven, akışa bırak, sadece iste, gerisini havale et. İşte hep bunu unutuyorum ve tekrar hatırlayana kadar anam ağlıyor.
Hayat tekrar teşekkür ederim sana.

TEKİRDAĞ - 15 Haziran



Bu sefer de yine günü birlik Tekirdağ'a gittik, 1,5 saatte ulaştık, İstanbul'dan çıktıktan sonra yollar çok güzel, yol hep yeşillikler arasından geçiyor. Tekirdağ 'da gezilecek, görülecek çok yer yok, sadece Macarlar ile bir bağımız varmış, her sene 16 temmuzda buraya gelip kutlamalar yapıyorlarmış, bizi pek severlermiş, kardeş şehir meselesi galiba. Eskiden bir Macar kontu orada yaşamış, evi şimdi müze olarak kullanılıyor, restore edilmiş, çok güzel bir bina.
Ayrıca Arkeoloji müzesi var, bahçesinde tarihi kalıntılar sergileniyor, müzede de enteresan şeyler var. Namık Kemal'in yaşadığı ev var, müze olmuş, sergi galerisi olarak da kullanılıyor. Sakin bir şehir, kıyı boyunca ilerlemiş, sahilde çok şeyler var, pazar, çay bahçeleri, lokantalar, kahveler, balıkçılar, ve daha ne ararsanız. O hafta Kiraz Festivali varmış, her boy, her çeşit kiraz sergileniyordu, hatta kiraz yarışması da yapılmış, seçilen enn birinci kiraz nerdeyse erik kadardı. Köftesi meşhurdur ya, manzarası çok güzel ama ne yazık ki köfteleri pek güzel olmayan bir yerde yedik, çok da hoşnut kalmadık, keşke başka yerde yeseydik dedik. Ama önemli olan beraberlik dedik.
Bir ara nasıl sağanak yağmur yağdı, belki 45 dk kadar otobüsde bekledik, ama seller gitti adeta. Sonra durdu, bir güneş açtı, bütün sular çekildi gitti, sanki buharlaştılar. Alt yapısı çookkk iyi bir şehir, gelde burada arama, o yağmurun yarısı yağınca heryer felç oluyor. Gezelim, görelim.....

EDİRNE 18 Mayıs Pazar


18 Mayısda bizim dernekle günü birlik Edirne'ye gidip döndük. Buradan otobüsle 2,5 saatte gidiyorsun otoban, yollar nefis çok rahat.
Edirne'nin bu kadar yeşil ve güzel bir şehir olacağını hiç tahmin etmemiştim. Zaten içinden su geçen şehirler hep güzeldir ya, burası da Arda, Tunca, Meriç nehirlerinin geçtiği bir yermiş, bir yerde bu nehirler birleşiyor, biz de kıyısında oturduk. Selimiye Camii gerçekten muhteşem, Mimar Sinan'ın ustalık zamanım dediği gibi ama 80 yaşındayken yapmış olduğu çok görkemli bir cami, fotoğraflarda anlaşılmıyor görmeniz lazım. Buradaki gibi kapalıçarşısı var, ayrica Eski cami de çok güzeldi, duvarlarında hat yazıları var, Arasta çarşısı, Rüstempaşa avlusu, etrafındaki binalar otele dönüşmüş, Kervansaray Otelleri gibi. Sonra biraz şehir dışında Sultan 2.Beyazıt Külliyesi var, burasi cok enteresan, Trakya Üniversitesinin üstlenmesiyle diğer katkıda bulunan firmalar sayesinde restore edilmiş. Kocaman bir alanda düşünün, medrese, cami, tıp merkezi, müze, avlu, bahçeler hepsi bir arada ve harika olmuş. Osmanli zamanında Edirne başkent olmuş, burada ilk Tıp Akademisi kurulmuş, daha da eski zamanlardan itibaren hastaların su ve müzikle tedavi edildiği yermiş. Medresenin odalarının herbirini müze haline getirmişler ve cansız mankenlerle o zaman yapılan tedaviler canlandırılıyor. Çok şaşırıyorsun, o devirlerin giysileri, aletler, dekor, hocalar, talebeler falan geçmiş yaşatılıyor. 2004 yılında Avrupa Sağlık Müzesi ödülü kazanmış, 2007 de ödüllü müzeler arasında 1. olmuş. Bütün külliyenin restorasyonu tamamlanınca harika bir yer olacak.
Sonracıma, sokaklar ciğerci ve köfteci dolu, meşhur Kazım ustada Edirne ciğeri yedik. Pamuk gibi ve ince ince kesilmiş tava yapılıyor, bu kadar mı güzel olur, sadece yanına kırmızı soğanlı maydanozlu garnitür yapmayı bilmiyorlar, kurutulmuş acı kırmızı biberleri kızartıp getiriyorlar. Köftesi de çok güzel, ama Beşiktaşda çarşının içinde var, ben arada bir ısmarlıyordum. Yoğurdu bir harika, ama tam yağlı tabi hergün yenmez, ama orada herşeyi boşverip yumulduk. Sonra Keçecizade'den fıstıklı lokum aldık, selanik kurabiyelerinden tattık (ay şeklinde un kurabiyesinin bir değişiği), badem ezmesi yedik.
Vasat bir şehir ama yeşili bol, ucuz, (yoldaki tezgahın üzerinde satılan bakla dalından yeni kopmuştu, nasıl körpe, 2 ytl kilosu, iki bileğim kalınlığında dereotu 1 ytl) aldım pişirdim, burada aldıklarımdan bu kadar mı tadı farklı olur.
Nefis beyaz peynir en pahalısı 9 ytl. Kaşkaval peyniri meşhurmuş orada, ama vakit kalmadı bulamadık alamadık.
Bazı sokaklar sanki zamanın ötesinden kalmışlar gibi, eski cumbalı evler var, aynı Rum evleri gibi, kapılar, penceredeki demirler, merdivenler, herşey öyle duruyor sanki. Bazıları az biraz restore edilmiş, bir evde gözüm ve aklım kaldı valla. Param olsa hemen alır restore ettirirdim, o kadar şirindiki.
Kapıkule sınır kapısının yakınından geçtik, Sinan'ın yaptığı köprülerden gectik, Karaağaç yolu iki tarafı nefis ormanlık ve yeşillik, sonunda meriç köprüsü dibinde oturup çaylarımızı içtik.
Arasta çarşısında aklınıza gelen tüm meyvalar sabun şeklinde yapılmış, canlı gibi duruyorlar, boy boy satılıyor, ceviz, sarımsak, erik, limon, nar, mantar şeklinde sabunlar harikaydı.
İşte böyle, yurdumuzda ne köşeler var, ne yerler var, yıllarca yurt dışına gittim, oralara hayran kaldım, İtalya'nın kiliselerini, tüm tarihi yerlerini ezberledim, ama burada da neler var, gezmekle bitmez. İyi ki burada doğmuşum ve yaşıyorum diyorum hergün.
Gezelim görelim arkadaşlar, inşallah birgün fırsatınız olursa bu şehre gidip gezin.


5 Mayıs 2008

BALKONDAKİ GÜZELLER

Insanın baktıkça içi açılıyor, gerçi şimdi hercai menekşeler geçiyorlar, çuha çiçekleri de bitiyorlar, onların yerine kadife sakız sardunyalarım gelecek, bekleyin beni eyy beyaz sayfalar......

Pembe Domateslerimin son hali


Tohumdan Fideye PDA







Bu seneki pembe domates tohumlarımın fideye dönüşme çabaları. Inşallah büyüyüp fide olacaklar sonra başka saksılara ekilip çiçek verecek, meyva olacaklar, ben de yine burada onları sergileyeceğim.

29 Nisan 2008

Evde Oturmak

Bugün 65 gün oldu ben evde oturalı. Günler supersonik hızla geçiyor, herşey ne kadar çabuk değişiyor, ama bazen bana herşey aynı, hiç değişmemiş gibi geliyor, bazen de neler oluyor, nerden nereye geldik bu ne zaman oldu diyorum. Yani iniş çıkışlar işte, bir gün öyle bir gün böyle.
Ama evde oturmanın bazı keyifli taraflarını da keşfetmeye, yaşamaya çalışıyorum.Sabah kalkıp meyva salatası yedikten sonra Maçka parkında yürüyüş, aletler, tekrar yürüyüş, eve dönüş, duş, kahvaltı, gazete ve işlere başlamak. Joy FM de enn damar aşk şarkılarını dinlemek, hele "Kalp Kalbe Karşı Derler (Aslı Güngör)" ve "Batacağım kadar battım (Ferhat Göçer)" -bu şarkılara bitiyorum - veya Lounge FM deki her zaman şahane müzikleri dinlemek,arada örgü örmek,okuyacağım ve yazacağım şeyleri sıralamak. Sonracıma eğer iş görüşmem yoksa bütün gün evde kalıp tercümeye devam etmek. Inşallah altından kalkabilirsem kitap tercüme etmeye başladım, hem üç kuruş kazanmak hem oyalanmak, hem lisanı unutmamak.
Balkondaki çiçeklerimi, evin önündeki parkdaki ağaçları seyretmek,pembe domates fidelerimin büyümesi için onlarla konuşmak, sonra kafamın tasının atıp Maria Callas CD si koyup bangır bangır dinlemek. Yemek yapmak, çamaşırları yıkamak,kurur kurumaz ütü yapmak.Bilgisayarın başına oturup mailleri okumak, iki gün üst üste okuyamazsam dünyadan koptuğumu zannetmek. Arayan arkadaş varsa telefonda dertleşmek, kimse aramaz ise kendini iyice yalnız ve unutulmuş hissetmek, yani ezcümle bir garip durumlar...
Bakalım daha ne kadar devam edecek, ben buralara neler yazacağım.

Pembe Domateslerim


Bu sene de tohumlar ekildi, fide olmalarını bekliyoruz. Minicik tohumdan yavaş yavaş gelişme, iplik gibi fidan olmaya hazırlık, sonra gelişip kalınlaşıp fidan olmak büyük saksılara geçmesi, büyüdüğünü görmek, çiçeklenme ve meyva verme durumları, çok sabırlı, uzun ama çok hoş bir serüven.
Evde Pembe Domates Yetiştirme bu serüvenin adı, yine yeniden, bu sene de azimle, inşallah başarı ile sonuna kadar.....

Utanıyorum

Valla son günlerdeki gündeme bakınca içim bir tuhaf oluyor. Gazeteleri okusam bir dert okumasam bin dert, tv seyretsem bir türlü seyretmesem bin türlü. Üzmez gibi adamların yaşadığı bir memlekette oturmaktan utanıyorum, Pippa'yı öldüren bir adamın olduğu bir şehirde olmaktan utanıyorum, Baykal gibi bir CHP başkanının olduğu partiye oy verdiğim için utanıyorum, 1 Mayis'ı bayram ilan edip sonra da Taksimde yürütmeyeceğim sizi diye ortamı geren bir Valinin şehrinde yaşadığım için utanıyorum. İş yapmaktan, memleketin hayrına çalışmaktansa kendine göre izahlarla ortamı güllük gülistanlık gösteren, her yaptığı abukluğu gayet pişkinlikle çok mühim bir iş yapmış gibi gösteren, devamlı polemik yaratacak konuları bulup ortaya seren bir başbakanın idaresinde yaşamaktan utanıyorum.
Bir zamanlar hep bunu söylerdik, hala aynı yerdeyiz; eller gidiyor aya, biz hala yaya.
Bütün dünya kriz diyor, her çeşit kriz, ekonomik, gıda, tarımsal, ekolojik, daha bir sürüsü... Ama biz kısır döngüler içinde ver gülüm al gülüm. Bu kadar mı aymazlık olur, bu kadar mı vurdumduymazlık. Bu kadar mı bu insanların efendiliği, dayanma gücü, terbiyesi, sabrı zorlanır, üstüne gidilir, isyan etme, çıldırma noktasına getirtilir. Ne öğrencisi, ne işcisi, ne hastası, ne ustası adam yerine konulmaz. Neyi bekliyorsunuz, ne olsun istiyorsunuz, toptan isyan edip geri dönülmeyecek raddelere gelmemek için ne yapmayı düşünüyorsunuz.
Bu güzelim memlekette, bu güzelim şehirde, bizlere verilmiş dünyanın en şahane imkanlarıyla, nimetleriyle yaşayıp şükretmeyi, herşeyin burada kalacağını giderken hiçbirisini yanımızda götüremiyeceğimizi ne zaman anlayacağız. Kaç kere daha dünyaya insan olarak gelmemiz lazım uyanmamız için, farkına varmamız için, bunları illa bir şekilde ödeyeceğimizi hiç mi bilmiyoruz, hiç mi düşünmüyoruz.
Valla çok utanıyorum, gelecek nesillerin (eğer ellerinde birşeyler kalırsa) Atalarımız da neler yapmışlar diye baktıkları zaman, içlerinden geçireceklerini düşününce çok utanıyorum.
Kendim söyleyip kendim dinliyorum.

28 Mart 2008

ANKARA

Köyüme gitmeyeli hemen hemen 2 sene olmuş neredeyse, çok özlemiştim. Hem de mezun olduğum lisemin mezunlar yemeği vardı, bu bahane ile Ankara'ya gittim. Yeni açılan Bolu tünelinden geçtim, boyum uzadı. Yollar ne güzel, ne temiz ve dümdüz, ne kadar rahat gidiliyor. Eskiden Gazanfer Bilge ile gidişimizi hatirladim, ne o yollar var artik, ne de Gazanfer Bilge otobüsleri. Aslında bir gayretle araba ile gidebilsem. Yanımda birisi olsa hemen yaparım ama boş adam bulamıyorum, bana yolda eşlik edecek. Neyse bir sefer illa olacak.
Bir de Bolu Abant girişindeki Bolu Köy Pazarı, (otobüs mola veriyor) harika biryer, otlardan, kuruyemişe, mantıdan, keş'e, reçellerden, Bolçi'ye kadar, zeytinyağı, pekmezler, sabun, tarhana, ne ararsan var, dönerken birsürü şey aldım.
(Bolçi= fındık veya şamfıstığı krokan üzeri çikolata kaplı, nefis, harika, şahane ötesi birşey) .
Buradaki lodos havadan çektiklerim (migren) yetmiyormuş gibi orada da buldu beni, sersem sepelek yaptı ama neyse çok yağmurlarla boğuşmadım, hele 2 gün ne sıcak oldu, ceketle dolaştık.
Orada 86 yaşına basan, hala kafası çok çalışan, ama yılların yalnızlığı ile, ağrıları yüzünden pek dertli, birisine muhtaç olduğu halde kimseyle uyuşamayan, yanına gelen bakıcıları kovan, ama yalnızlıktan da çok şikayet eden halamda kaldım. Kız halaya benzer derler ya inşallah ben de yaşlanınca ( o kadar yaşarsam eğer) onun gibi olmam. Pek huysuz olmuş, hiç kimseyi, hiç birşeyleri beğenmiyor, aklı da herşeye erdiği için öyle idare etmece, kandırmaca da yapamıyorsun, ama hiç de memnun edemiyorsun. Valla pek zor böyle insanlar. Halbuki daha tatlı dilli, güler yüzlü olsa, zaten kalan 3-4 yakını pervane oluyorlar etrafında, şu son zamanlarını daha huzurlu, mutlu geçirse. Neyse beni de beğenmedi ama kendince samimi öğütler verdi, ben yine de babamdan hatıra diye gönlüme bastım onu. Sonra amcam, yengem, kızı ve çocukları ile beraber olup, aile olmayı, kalabalıkta yaşamayı gördüm. Sonra anne tarafından dayı kızları ile beraber olduk, konuştuk, hatıralara daldık, eski günleri andık, ağladık güldük. Sonra abim, yengem, yeğenim ile sarmaş dolaş olduk. Insanın yakınları tarafından kucaklanması da pek güzel bir his. Sarılmam gelmişti zaten, herkese sarıldım bende.
Sonra Mezunlar derneği yemeği ile ennn eski arkadaşlarla beraber olduk. Bazıları ilk okuldan itibaren, bazıları sadece orta lise beraberliği. Seneler geçmiş, hepimiz bir yerlere dağılmışız, herkes bir meslek, iş tutturmuş gidiyor, kimisi evli, çocuklar boyunu aşmış, kimisi boşanmış veya bekar. Bazıları aynı tip, aynı yüz, aynı hal ve tavırlar içinde. Sanki zaman durmuş ve ilk okuldaki yüzümüz ile birbirimize bakıyoruz, o kadar şaşırtıcı ki, inanamıyorsun. Gözümüz ne yemek gördü, ne de kulağımız çalan müziği duydu, devamlı bir masada kafa kafaya gelip konuşmak, masalar arasında rotasyon yapmak, bütün gece böyle geçti, hala laf bitmedi, hasretliğe doyamadık. Ama hepimiz birbirimizle iftahar ediyoruz, zor bir devrin çocuklarıyız ama ne güzel yerlere gelmiş herkes, güzel bir okulda okuduk, şimdi hepimiz aynı hislerle hala bağlıyız.
Bu Ankara'nın insanları çok başka, buradakilerden başka türlüler valla, kıyafetleri, duruşları, konuşmaları, birbirlerine bağlılıkları, davranışları, görüşleri herşeyleri başka. Çok daha mütevazi, çok daha bir yerlere gelmiş olmalarına rağmen alçak gönüllüler, yardımsever, dost insanlar, çok daha saf ve temizler, kurnazlık, üç kağıtçılık, menfaat, çıkar ilişkisi bunlara pek uğramamış. Bir başka açıdan bakarsan, oldukları yerde kalmışlar, pek ilerlememişler dersin belki ama değil, çok ileri de olsalar bunu kafana kakmıyorlar, çok zarifçe söylüyorlar, iyi insanlar valla billa.
Yine Ankaralı olmakla, Deneme Lisesi Mezunu olmakla gurur duydum, şişindim, pay çıkardım.
Acaba yine köyüme mi dönsem diyorum, ahh bir de denizi olsaydı ne olurdu sanki....

Part Time

Ne çok olmuş yine buraya yazmayalı, küsme sakın blogum, seni ihmal ettim. Ama ne çok şeyler oluyor hayatımda hangisini düşünüp, hangisini öne alacağım, hangisine dertlenip, hangisine sevineceğim bilemiyorum. Şubat sonundan beri evdeyim (aslında hoşuma gidiyor, çok yorgunum bir türlü dinlenemiyordum, iyi oluyor ev hanımı olmayı yaşıyorum) , habire iş görüşmelerine gidiyorum. (Bu da ayrı bir blog konusu valla) Görüşüyoruz, konuşuyoruz, gayet güzel geçiyor, ama niyese sonu gelmiyor, yani 2. görüşme bile oluyor ama bir türlü sonuca gelemiyoruz. Bu da biraz (bayağı) yıpratıcı ama sabır diyelim, bekleyelim, kısmet değilmiş, daha iyisi olacak, hayırlısı olsun diyorum.
Bu arada kendi işini kurmuş bir arkadaşımın ofisine haftada 2 gün yardıma gidiyorum, www.pratikmatematik.com ofis işleri, yazma çizme, rez alma, program yapma, bilgileri girme falan filan. Ben oyalanıyorum (nefes alacak fırsat olmuyor bazen) arkadaşım faydalı oluyorsun diyor, ne güzel işe yarıyor işte. Ama saçıma, üstüme başıma, makyajıma özen göstermeden de gidebildiğim bir yer olduğu için ben rahat ediyorum, beni kimse görmüyor da, acilen bir iş görüşmesine çağırdıkları zaman zor oluyor, eve dön, kurumsal hayatın gereklerini yap tekrar görüşmeye git. Neyse iş olsun da razıyız bu yorgunluklara. Hala böyle gidiyorken hayat bir ufak ara vereyim dedim.

17 Şubat 2008

Cumartesi, Pazar

Hemen hemen bir ay olmuş buralara girmeyeli, birşeyler yazmayalı. Ama ne içimden gelmiş, ne aklıma gelmiş bugüne kadar. Malum hava kötü evlere tıkıldık cuma akşamından beri. Böyle kar geliyor, şöyle hava soğuyacak derken geldiler işte. En son 20 Ocakda olmuş benim sokak bembeyaz, şimdi yine oldu hem de 20 cm ulaşan kar heryer. Cumartesi dışarıda tipi fırtına, ben evde heryeri kazıdım. Temizlikçi beni bıraktı ya, yenisini de bulamadım ya, heryeri şartladım bütün gün. Şimdi belim çok ağırıyor. Akşam kendime balık ve iki kadeh şarap sundum. Gece film seyrettim. "Charlie Willson's War" Julia Roberts'ı özlemişim, sarı saçını beğenmedim ama olsun.
Pazar sabahı 11.30 a kadar uyumuşum, kar daha da artmış, bir çıkıp hava alayım, gazete alayım, karla kucaklaşayım istedim. Fırtınadan uçarak yürüdüm bakkala kadar zor döndüm. Bütün gün ev rüzgarlı şato gibi, kuzeye bakıyor ya, ne çok esti, ağaçlar yıkılacak gibiydi, doğru dürüst ısınamıyorda ev. Daha ne giysem acaba. Pazar kahvaltısı, arkasından gazeteler, sonra bu aletin başına oturma, bütün günümü kapladı. Mailleri kontrol et, msn de azicik sohbet, blog oku, sonra iki satır yaz.
Keyifsizim ya, haftaya işim bitiyor, hala yeni bir iş bulamadım. Hava da böyle, herşey gözümde büyüyor. Rüyamda çıplak adam ( 2 tane) görmüştüm, illa arkasından ölüm haberi alırım. İşte Aysel Gürel ölmüş, bakalım başka kim olacak. Bu şubat ayı da bayağı zor gidiyor, yine de şükür diyelim, sağlığım yerinde diyelim. Ama derken o da bir garip, meğerse kalbimde delik varmış, yani mitral kapakçık tam kapanmıyormuş, kan geri kaçıyormuş, bu da bana da feci çarpıntı yapıyor, yani arada bir kalbim ağızımda atıyordu sanki, bu yüzdenmiş. Doktor bu yaşa kadar seni getirmiş, daha da götürür dertlenme dedi. Çay, kahve, sigara, stress yok dedi. Sanki öyle söyleyince oluyor hemen. İyi bakalim biz de içmeyelim onlardan sanki geçiyormu.
Ne feci esiyor yaaa, şimdide leblebi kadar buz gibi kar vuruyor camlara, sabah işe gidebilecekmiyiz acaba. Okullar tatil, hadi benim ev işe çok yakın, ya diğerleri ne yapacak, yazık bu millete valla ne sefillikler olacak yarın yine.
Yarın kozmik yeni yıl başlayacak, hepimize çok daha güzel, daha umutlu, daha mutlu ve şanslı yeni günler getirsin. Bilincimiz daha açılsın, evrimimizi daha kolay yapalım, ruhumuz yükselsin.

20 Ocak 2008

Kış Bahçesi






Geçenlerde kar yağdı ya, hani bir gecede heryer beyaz oldu, yollar ulaşılmaz oldu gece de buz tuttu, hah dedik tam kış geldi, aman ne güzel kar da yağdı, şöyle kış gibi kış yaşayalım, soğuksa soğuk olsun. Yok buz tuttu, yok yolda kaldık, iç Anadolu, doğu Anadolu Sibirya soğukları gördü derken burada hemen iki günde bitti. Geriye sadece ayaz kaldı, her yerlerimiz çok üşüdü, benim evin önündeki park ve yoldan da bu manzaralar kalmıştı.
Galiba bu hafta yine yağacakmış, şöyle lapa lapa yağsada, tam hevesimizi alsak. Hem de şu mikroplar ölse, herkes gripden, soğuk algınlığından dökülüyor, perişan oluyor, belki hepimiz birden bembeyaz karlarla hepten temizlenir, mikroplar kırılır, hemde yaza su birikmiş olur inşallah.....

AŞURE



Malûm bu sıralar aşure zamanı, pek de severim yemesini ! Bu sene bir de yapmasını deneyim dedim. Hem kendimi test etme, hem bereket getirsin dileği, hem de yiyecek birşeyler yapma ve birilerine yedirme duygusu tatmini. Bu en son dediğim gerçekden çok güzel bir duygu, yemek yapıp tanıdıklarıma ikram etmek, birisine yemek yedirmek çok hoşuma gidiyor, çok güzel bir his, beni çok tatmin ediyor, bir aş evi mi açsam nedir ????

Efendim nohut ve fasulyeyi akşamdam suya koyma işlemi cumartesi sabahından başladı, pardon ondan önce evdeki eksiklerin alış verişi cumadan başladı. Cumartesi sabahı baklagilleri ıslattım, buğdayı sıcak suda bir tıkırdatıp suyu ile beraber ağızını yüzünü kapatıp bir güzel sarıp sarmaladım, cumartesi bütün gün hep sokaklardaydım, gezenti halinde üç kapı yaptım.

Pazar kahvaltı ve gazete faslından sonra aşure yapmaya soyundum. Önce ıslanmış nohut ve fasulyeyi düdüklüde 10-15 dk pişiriyorsun, sonra kocaman bir tencerede (bende yoktu, bir arkadaştan ödünç alındı) suya buğdayları atıyorsun, onlar kaynamaya başlayınca (zaten dünden sıcak suda bıraktık ya, yumuşamışlar ve çatlamışlar) nohut ve fasulyeleri atıyorsun. Onlar da biraz daha piştikten sonra şekeri atıyorsun, bu arada ateş çok harlı değil, ara sıra karıştırıyorsun, şekerler eriyince, daha önceden haşlanmış kuru üzümleri, kayısıları ve incirleri atıyorsun, (önceden kayısı ve incirler küçük parçalara halinde doğranıyor) sonra hep beraber bir iki tıkırdatıp ateşi kapatıyorsun. Tam soğumadan tabaklara boşaltıp üzerlerini tarçın, hindistan cevizi, ceviz ve nar ile süsleyip afiyetle sunuyorsun. Tabi miktarlar bir yemek kitabından alındı. Ama size tavsiyem denemiş birisinden tiyolar almanız, tencere ölçüsü ile malzemeleri ve suyunu ayarlamak çok mühim Valla çok şık ve çok lezzetli oldular. Komşulara dağıttım, ofisdeki arkadaşlara götürdüm, halâ var buyrun beklerim.

6 Ocak 2008

Durum Tespitidir


Takvimlerden haberin yok mu

geçiyor yıllar,

Bana küsmüş, yüzüme gülmez,

zalim aynalar,

Kimimiz yorgun, kimimiz solgun,

kimi isyankar,

Acı gerçek bu, ömrümüz bir su,

içiyor yıllar,


Hani nerde beklenenler, medet umdum senelerce,

Acılar hep dolu dizgin, yine hayır yok gecelerden,

Vakit geç olmuş dönülmez yolmuş,

yürek bin pişman,

Bundan böyle bana meyler dost,

geceler düşman........


2008

Yeni yıl geldi, bir heyecan, bir çoşku, bin bir umut, temenni, dilek, istek ve telaşla beraber özümsedik sanıyorum. Arkadaşların evinde, yaş ortalaması 50-60 arası bir ortamda, nefis yemekler yiyip, hoş sohbetlerle, gır şamata ile tombala yapıp ikramiye kazanarak, gecenin bilmem kaçına kadar cin gibi olup, sabaha karşı yattığım yerde pek de iyi uyuyamıyarak yeni senenin ilk gününe adım attım. Hava ne güzel, ne iç açıcı, daha bir moralli oluyorsun, herşey gözüne çok daha güzel gözüküyor.

Bu seneden öyle büyük beklentilerim yok, aslında bütün beklentilerimi yok etmek istiyorum, iyilik, sağlık diliyorum bu sene eskiyi aratmasın diyorum. Ne de olsa geri saymıyoruz, küçülmüyoruz, yani bu günleri de aramıyalım. Ama içimde öyle büyük heyecanlar, sevinçler, umutlar falan yok, hep bir beklenti hali yok, olanlarda sönsün istiyorum. Böyle daha normal, kendini hayatın akışına bırakmış, suya düşen yaprak gibi, denizdeki tahta parçası gibi, dalga, rüzgar, akış seni nereye götürürse oraya doğru gitmek, hiçbirşeye karşı direnmemek, karşı çıkmamak, itiraz etmemek istiyorum. Yani akışa göre kaymak, suyun üstündeki köpük gibi hafif, serbest, eğimli, yani su gibi geçtiği yerlerin formuna göre değişip, devinen, illa yolunu bulan, gittiği yere kadar gidebilen biri olmak istiyorum.

Çünkü öbür türlüsü çok yorucu, mücadele etmek, karşı çıkmak, itiraz etmek çok yıpratıcı, gerçekden büyük çaba gerektiriyor ve insanı çok yoruyor. Bu demek değildir ki herşeyi kabul edeceğim, herşeye razı olacağım, tabiki imkanlarım, kişiliğim, duruşum ve durumlar nispetinde. Ama daha yavaş, daha seçkin, daha arınmış, daha yalın, daha öz, daha az ve sade olmak istiyorum. İsteklerimi azaltıp, elimdekileri görmek, olmayanların yerine, olanları koyup keyfini çıkartmak, duygularıma daha az kulak verip, akıl mantığıma daha fazla yer vermek, insanlara, olaylara tepkisiz bakıp nötr olabilmek, yani çok etkilenmemek, ne çok üzülme, şaşırma, ne çok sevinme, çoşma, kaptırıp gitme gibi şeyleri bırakmaya çalışmak istiyorum. Duygusuz değil, tepkisiz değil, vur kafasına al lokmayı değil ama nötr olmak, akışına bırakmak, gidişine bırakmak, olduğu gibi kabul etmek, hoş görmek ve hoş görülmek istiyorum. Umarım çok zor değildir ve hepsini yapabilirim.

Kendimle de uğraşmıyacağım artık, kendime karşıda daha hoşgörülü olacağım inşallah. Ben kendime kötü davrandığımı, kendimle çok uğraştığımı farkettim, daha toleranslı, daha anlayışlı olmam lazım. Gereksiz bir didişme halindeyim, galiba mükemmelliyetçilikden geliyor bu. Hiçbirşey, hiç kimse tam değil, mükemmel değil, hepimizin eksik veya kusurlu tarafları var, olduğu gibi kabul et, hoşgör sen aldırma, diyeceğim.

Denizi çok severim, bazen dalgalı, bazen durgun, hafif kıpırtılı, çırpıntılı, poyraz veya lodos, bazı yerler derin veya sığ kıyılar her ne şekilse. Kendim için de öyleyim gibi düşünürdüm, sağım solum belli olmaz, her duyguyu deniz gibi yaşardım, yaşarım hala. Ama ben göl gibi olmak istiyorum bu sene, dingin, durgun, pürüzsüz, saf, yalın, ne lodosdan ve poyrazdan etkilenmeyen, ne girişi var, ne çıkışı, kendi halinde öyle durur göl, göl gibi olmak. Nadasa çekiliyorum yani. Geçen sene hem iş, hem ev değiştirerek hayatımı yeteri kadar çalkantılandırmışım, şimdi yavaşlamak gerek, yeni şeyler söylemek gerek.

Ayrıca, bütün dünyanın insanlarının bir silkinme, bir uyanma, bir sıçrama yapmasını, çok daha insani değerlere önem vermesini, kendi içlerindeki özlerine dönmelerini, sevgi, barış ve huzura daha çok önem vermelerini diliyorum. Hoşgeldin 2008.

Not: Bu Atatürk Çiçeğini de ne severim, yeni yılın simgesidir benim için.......


2007

2007 senesi pek hareketliydi benim için. İlk başta başlarken moralsiz ve işsizdim, herşey daha güzel olacak diye umut ettik, yılbaşında evden ve Istanbul'dan uzaktaydim, değişik bir ortam ve yeni tanıdığım kişilerle beraber olmak iyi gelir dediydim. Hep bir heyecan, hep bir çoşku olur ya... Çok şükür şubatta yeni işe girdim, alışma devresi, geçici ama daha iyisi olacak inşallah diyerek, geçen 10 ay hala aynı işteyim. Hala arayışlarım devam ediyor.
Bahar, yaz, tatil derken sonbahar oldu, yeni ev arama bulma taşınma telaşları ile kış geldi, seneyi bitirdik. Şöyle bir muhasebe yapınca, kendi içinde küçük gibi görünen ama benim hayatımda büyük olan şeyler yapmışım, müthiş değişimler yaşamışım, halen de yaşamaktayım. Sanki daha bir büyüdüm, daha bir olgun düşünmeye, derinlemesine gitmeye, daha yavaşlamaya, her bakımdan ağırlaşmaya başladım gibi hissediyorum. Zorluklar çok zor olarak geliyor ama sanki dayanma gücüm test ediliyor ve ben kazanıyorum gibi. Bırakmam gereken bir sürü şey varmış önceden göremediğim, sanki onları görmeye ve bırakmaya başlamışım gibi. Bunlar eski eşya, evrak, kıyafet, ayakkabıdan tutun da lüzumsuz birikmiş ıvır zıvıra kadar, hayatıma girmiş insanlara kadar, bir temizlenme, ayıklanma, eleme durumları gibi.
Sağlığım, moral bozuklukları, arada bir migren krizleri dışında hiç beni üzmedi, hiç doktora gitmedim maaşallah. Tabi mecburi kontrolleri de aksattım ama seneye inşallah.
Dost, arkadaş, kardeş, akraba, komşu diye bakarsam bir hayli üzüldüğüm, rafa kaldırdığım, üzerini örttüğüm olduğu gibi üzerindeki örtüleri kaldırıp, tozunu aldıklarım, göz önüne çıkardıklarım da oldu. Yeni bir gruba katılıp, ruhumu geliştirmem için yeni insanlarla tanışıp, yepyeni bilgileri dağarcığıma eklemeye başladım. Hayat bana bir sürü şey daha öğretti, teşekkür ederim, hoşçakal 2007.