13 Temmuz 2007

Jazz

Yine yeniden bir kere daha Ist. Caz Festivalini yaşıyoruz. Bu sene zaten son birkaç yıldır olduğu gibi Istanbul konserden ve festivalden geçilmiyor, her sene yeni açılan yerlerle beraber bir konserler dizisidir gidiyor. Eskiden sadece tv de seyrettiğimiz veya sadece CD lerde, kasetlerde dinlediğimiz gruplar, şarkıcılar peş peşe geliyorlar ve Istanbul'u sallıyorlar. (Bu kelime de çok hoşuma gider, yeri geldiğinde çok güzel ifade eder duygularımı). Mesela "Shakira Istanbul'u salladı" diye yazdı gazeteler. Nasıl uydu dimi, gerçekden muhteşem olmuş konser ben gidemedim. Neyse benim gittiklerimden iki tanesi aşağıdaki gibiydi. Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda iki konser dinledim, seyrettim.
Robin Gibb, seneler önce (yani '80 li yıllarda) abisi Barry Gibb'in yakışıklılığından gözümüzün döndüğü Bee Gees grubunun üyesi olarak şarkı söylerken, sonradan (kardeşler arası anlaşmazlık diyelim) ayrı başına bir orkestra ve bir tanesi çukulata fıstık olan 3 kişilik vokal eşliğinde sahneye geldi. Kendisine 2 beden büyük gelen takım elbisesi ve mavi-mor karışımı gözlükleri ile pek mütevazi, pek halim selim duruyordu. Ahmet Ertegün ve Arif Mardin'e olan şükranlarını, müziklerine yaptıkları katkıları anlatıp saygı ile andıktan sonra grupça söyledikleri şarkıları döktürdü. Bence bizden de o kadar ilgi beklemiyordu, hem şaşırdığı için hem de memnuniyetinin ifadesi habire başparmak havada bize çok iyi işareti yapıp durdu. Bizi seneler öncesine götürdü, odamızın duvarlarına resimlerini astığımız günlerin anıları eşliğinde şarkıları hep bir ağızdan söyledik. "Stayin alive, Words, Night fever, How deep is your love, gibi...
Ne güzeldi, orta yaşa merdiven dayamışlar da biraz geç de olsa açıldılar, sonuna doğru ayakta danslarla şarkılara eşlik ettiler, bis yapmaya geldiklerinde iki parçayı tekrar yorumlayıp bizi hatıralarla başbaşa bıraktılar.

Geçen akşam da Wynton Marsalis, Lincoln Ork. eşliğinde çıktı sahneye. Aman pek cool takıldı, hiç kendini öne çıkarmadan ben değil, biz anlayışı ile çaldılar. Sadece şarkı anonslarında konuştu ve bir defa öne gelip solo yaptı, halbuki ben şöyle Miles Davis vari birkaç solo attırır diye bekliyordum, doymadım. Orkestra üyelerinin hepsi de teker teker döktürdüler. Elemanlardan Ted Nash'in bestesi "Dali - Matisse - Picasso" isimli üç parça pek güzeldi, ilk başta da John Coltrane besteleri ve bestecisini anlamadığım "Peace" isimli bir parça çaldılar, çok güzeldi bayağı hoşuma gitti.
Böyle ılık bir yaz akşamında açık havada gayet hoş, (hadi magazin diliyle söyliyelim) elit bir topluluk ile bu konseri dinlemek o atmosferde bulunmak pek çok hoş oldu.
Zaten belli ki davetiye var diye gelenler ve de tahminime göre bu müzikden anlamayanlar yahut hoşlanmayanlar ilk yarım saatten sonra çıktılar, belki Reina'ya veya Sortie'ye koşmak daha cazip gelmiştir, ama kalan sağlar iyi dinleyiciydiler. Yeni konserlerin Istanbul'u sallamasına kadar şimdilik böyle....

Hiç yorum yok: