29 Haziran 2008

EDİRNE 18 Mayıs Pazar


18 Mayısda bizim dernekle günü birlik Edirne'ye gidip döndük. Buradan otobüsle 2,5 saatte gidiyorsun otoban, yollar nefis çok rahat.
Edirne'nin bu kadar yeşil ve güzel bir şehir olacağını hiç tahmin etmemiştim. Zaten içinden su geçen şehirler hep güzeldir ya, burası da Arda, Tunca, Meriç nehirlerinin geçtiği bir yermiş, bir yerde bu nehirler birleşiyor, biz de kıyısında oturduk. Selimiye Camii gerçekten muhteşem, Mimar Sinan'ın ustalık zamanım dediği gibi ama 80 yaşındayken yapmış olduğu çok görkemli bir cami, fotoğraflarda anlaşılmıyor görmeniz lazım. Buradaki gibi kapalıçarşısı var, ayrica Eski cami de çok güzeldi, duvarlarında hat yazıları var, Arasta çarşısı, Rüstempaşa avlusu, etrafındaki binalar otele dönüşmüş, Kervansaray Otelleri gibi. Sonra biraz şehir dışında Sultan 2.Beyazıt Külliyesi var, burasi cok enteresan, Trakya Üniversitesinin üstlenmesiyle diğer katkıda bulunan firmalar sayesinde restore edilmiş. Kocaman bir alanda düşünün, medrese, cami, tıp merkezi, müze, avlu, bahçeler hepsi bir arada ve harika olmuş. Osmanli zamanında Edirne başkent olmuş, burada ilk Tıp Akademisi kurulmuş, daha da eski zamanlardan itibaren hastaların su ve müzikle tedavi edildiği yermiş. Medresenin odalarının herbirini müze haline getirmişler ve cansız mankenlerle o zaman yapılan tedaviler canlandırılıyor. Çok şaşırıyorsun, o devirlerin giysileri, aletler, dekor, hocalar, talebeler falan geçmiş yaşatılıyor. 2004 yılında Avrupa Sağlık Müzesi ödülü kazanmış, 2007 de ödüllü müzeler arasında 1. olmuş. Bütün külliyenin restorasyonu tamamlanınca harika bir yer olacak.
Sonracıma, sokaklar ciğerci ve köfteci dolu, meşhur Kazım ustada Edirne ciğeri yedik. Pamuk gibi ve ince ince kesilmiş tava yapılıyor, bu kadar mı güzel olur, sadece yanına kırmızı soğanlı maydanozlu garnitür yapmayı bilmiyorlar, kurutulmuş acı kırmızı biberleri kızartıp getiriyorlar. Köftesi de çok güzel, ama Beşiktaşda çarşının içinde var, ben arada bir ısmarlıyordum. Yoğurdu bir harika, ama tam yağlı tabi hergün yenmez, ama orada herşeyi boşverip yumulduk. Sonra Keçecizade'den fıstıklı lokum aldık, selanik kurabiyelerinden tattık (ay şeklinde un kurabiyesinin bir değişiği), badem ezmesi yedik.
Vasat bir şehir ama yeşili bol, ucuz, (yoldaki tezgahın üzerinde satılan bakla dalından yeni kopmuştu, nasıl körpe, 2 ytl kilosu, iki bileğim kalınlığında dereotu 1 ytl) aldım pişirdim, burada aldıklarımdan bu kadar mı tadı farklı olur.
Nefis beyaz peynir en pahalısı 9 ytl. Kaşkaval peyniri meşhurmuş orada, ama vakit kalmadı bulamadık alamadık.
Bazı sokaklar sanki zamanın ötesinden kalmışlar gibi, eski cumbalı evler var, aynı Rum evleri gibi, kapılar, penceredeki demirler, merdivenler, herşey öyle duruyor sanki. Bazıları az biraz restore edilmiş, bir evde gözüm ve aklım kaldı valla. Param olsa hemen alır restore ettirirdim, o kadar şirindiki.
Kapıkule sınır kapısının yakınından geçtik, Sinan'ın yaptığı köprülerden gectik, Karaağaç yolu iki tarafı nefis ormanlık ve yeşillik, sonunda meriç köprüsü dibinde oturup çaylarımızı içtik.
Arasta çarşısında aklınıza gelen tüm meyvalar sabun şeklinde yapılmış, canlı gibi duruyorlar, boy boy satılıyor, ceviz, sarımsak, erik, limon, nar, mantar şeklinde sabunlar harikaydı.
İşte böyle, yurdumuzda ne köşeler var, ne yerler var, yıllarca yurt dışına gittim, oralara hayran kaldım, İtalya'nın kiliselerini, tüm tarihi yerlerini ezberledim, ama burada da neler var, gezmekle bitmez. İyi ki burada doğmuşum ve yaşıyorum diyorum hergün.
Gezelim görelim arkadaşlar, inşallah birgün fırsatınız olursa bu şehre gidip gezin.


Hiç yorum yok: