11 Mayıs 2006

Eylül 2005 Datca Anıları

Merhabalar,

2.hafta tatilim Datca’da basladi, bodrumdan Datca’ya feribotla gelmek o kadar zevkli, o kadar hos ki , sirf bunun icin bile Datca’ya gidilir. Ben yine gecen seneki otelime yerlestim, hava mis, deniz berrak, harika bir bahcesi var otelin ve harika bir manzarasi.

O gun Datca’nin pazariydi, butun yorgunluguma ragmen yine hemen pazara gittim, murdum erikleri, incirler, uzumler cok guzeldi, nasil da ucuzlar, kaldirimda filan torbalar icinde incirler satiyor dedeler, anneanneler, ne olur al diyorlar, kilodan fazla geliyor, 1 kg parasi aliyorlar, hala orada acikgozlesmemis pazarcilar vardi.

Bu tatilde eski Datcada nefis yoresel taslardan yapilmis evleri olan arkadaslarim da oradalardi, eksik olmasinlar beni hep gezdirdiler. (Evlerini ileride anlatacagim). Ertesi gun Kargi koyuna gittik, nefis suyu olan, cok kalabalik olmayan ufak bir koy, ufak cay bahcesi ile acik hava lokantasi arasi yerler var, sabahtan yerlesiyorsun bir masaya, veya - deniz yukseldigi zaman suyun icinde gibi oldugun, alcak masa gibi kayalar uzerindeki sezlonglara - aksama kadar ye, ic, yuz, guneslen, circir boceklerinin bitmeyen sarkilarini dinle, etrafdaki incir agaclarinin kokulari, kabak cicegi dolmasi, deniz borulcesi yemek, koyun icinde bir sagdan bir soldan yuzmek ve akvaryum gibi suya kendini birakmak cok hostu.

Arkadaslarimin evini anlatmam lazim, eski datca denilen datca’nin tepesinde bir yorede, sanki tarih icinde yolculuk yapiyorsun, daracik sokaklar, bazilari eski kalmis, cogunlugu ele alinip restore edilmis tas evler, yerler de parke tasi doseli, aralardan agaclarin, begonvillerin firladigi sokaklar. Evler cok tarihi, cok hos, restore edenler daha bir modernlik kattigi icin, iki farkli atmosfer bir arada cok degisik bir gorunum yapiyorlar. Bizim arkadaslarin evlerinin bahcesinde yok yok, palmiyeden tut, kaktus agaclarina kadar, yerlerdeki bitki, kucuk kaktusler degil, kocaman agac ve meyvalari var, limon, mandalinadan zeytine kadar, bademden dut agacina kadar, kayisi, yuka bile vardi. Cok guzel bir bahcesi var, aralara koyulmus koltuklar, dekoratif sehpalar, sezlonglar, okuma kosesi, banklar, uyuklama koltugu, sutunlar, saksilar, kuyu da var ama kor, suyu yok dekoratif olarak, yerler tas, duvarlar tas, ferforje kapilar, trabzanlar, evin icindeki odalar, tahta kapilar, nisler, somine, anforalar, merdivenler, banyodaki fayanslar renkler, odalarin dosenmeleri, yoresel kumaslardan ortuler, susler, mutfak falan o kadr hostuki, o kadar hosuma gittiki, zaten oldum olasi tas evlere bayilirim, burasi da ayri bir zevk ornegi idi. Bir aksam yemege davetliydim, bahcede romantik isiklar esliginde balik ziyafeti cok guzel gecti, ilisikteki fotolara bakin. Arkadasimin kizkardesi ev sahibesi Nazan hanim ilkbahardan sonbahara kadar bu guzelliklerin tadini cikariyormus, gule gule otursun, pek memnun oldum.

Bir gun de komsu koylardan palamutbukune gittik, buk = koy demekmis yeni ogrendim, burada bir suru buk var zaten, ovabuku, hayitbuku, nefis yerler. Palamutbuku harika bir koy, denizden itibaren tarif ediyorum hayal edin, harika bir deniz, tasli sahil upuzun, sonra taslar ustunde masalar agaclar altinda sonra yol geciyor, sonra restoranlar, ufak pansiyonlar.
Aksam sezlonglar kalkiyor masalar denizin dibine kadar yerlestiriliyor, masalara mum isiklari konuyor, neredeyse ayaklarin suda yemek yiyiorsun, harika bir atmosfer. Buradaki agaclar Ilgin agaclariymis, ilk defa gordum, boyle bir cesit sogut gibi desem degil, hafif, ufak yaprakli, salkim sacak duruyor, ama nasil guzel bir manzarasi var, resimleri cekmedigime yaniyorum, yol boyunca siralaniyorlar, altindaki masalara yayiliyorsun, ilgin ilgin eser yeller diye siir mi, sarki mi bir sey vardi, iste burada ruzgar estikce o agaclarin dalgalanmasi cok guzel bir benzetme olmus. Tecahul-u arif mi denirdi buna edebiyatta neyse...
Orada da deniz, yemek, gunes derken arkadasim arabasinda tasidigi sisme botu cikardi, sisirdik, motor taktik ve komsu koylari dolasmaya gittik, esi ve ben mico olarak bayagi basariliymisiz !!. Buralarda da her sahilde oldugu gibi bir Emel Sayin koyu var, kimsenin el degmedigi, cikmadigi koylar var, denizin rengini tarif edemiyorum, turkuaz mi desem, lacivert mi, yesil mi, bu kadar berrak, temiz ve karpuz kokulu. Temiz deniz karpuz kokuyor ben bunu anladim artik. Hele bir koyda resmen sahilde taslarin arasinda kaynak suyu cikiyor gorduk, avucla ictik. Altimizda zodyak bot oldugu icin, begendigimiz kumsala cekiyor, sahile cikip kesif yapiyorduk, ben hosnutlukdan ara sira garip sesler cikariyor, ciglik atmamak icin duruyordum, o kekik kokulari, adacayi kokulari, hemen yanibasinda biten otlar, doga bu kadar harika bir sey. Bazi koylar magaralar seklinde, kayalar oyulmus icine girebiliyorsun, bazilari ne kadar dik ve sert yapida, ama burada da muhakkak bir volkanik yapi var, ve cok eskiden depremden cokmus bir yapi var, Datca’nin bir cok yeri sit alani.
Bazi koylara sahil siteleri, yazlik siteler falan yapmislar ama hicbir canlilik gorunmuyordu, kimse niye gelmiyor acaba dedik, oradaki bir eve bu kadar para gommek ve gelip tadini cikarmamak nasil bir is anlayamadim.

Boyle boyle dolasarak yeni yerler gorduk, yine palamut bukunde Semra hn isimli bir hanimin yerine gittik, fransizca bir isim koymustu ama unuttum. O da eski tas binayi alip restore ettirmis, arkasinda da uzun bir bahce icinde bar ve masalar koymus, en arkadaki bahcede kendi sebzeler, meyvalar yetistiriyor falan. Hos bir restoran-cafe gibi yapmis, yatlarla gelen musterilere hitap etmek istiyor, ama kotu bir limonata yapmislardi, begenmedik.

Sonra bir aksam Marmaris’e giderken yol ustundeki Orhaniye’ye gittik, 50-60 km uzaklikta, hisaronu denilen yerde nefis bir tesis var, hisarönü zaten cok hos bir yer, butun yesillikler arasindan gidiyorsun, kivrila kivrila, bir taraf deniz, diger taraf cam ormani, koylar cok hos gorunuyor, yol virajli olmasina ragmen eskiye nazaran cok iyilesmis mis, hem yol genislemis, hemde asfalt yapmislar, onun icin biz 3 kafadar aksam yemegine orqya gidip gece donmeyi goze aldik. Benim arkadaslar eski tecrubeli kurtlar, ben de goreyim diye yola dustuler, valla haklarini odeyemiyecegim.
Efendim hisaronunde Club Mistral diye bir tesis var, Setur yat limaninin ustunde gece klubu, restoran, bar, cafe karisimi. Tahta platformlar uzerinde, agaclar altinda, los isiklar, mayhos kokular, bir de mehtap vardi o gece. Yatlarini rihtima baglamis cebi siskin, yuzleri piskin (yanmis bronz yani) yaslari geckince bayanlar baylar arzi endam ettiler. Biz allahtan aksamustu yola cikmistik, gunes batmadan etrafi gorelim istedik, biraz rihtimda oyalandik resimler cektik, evvelki koyda buluna sirin kucuk motele baktik (seneye oraya gidebilirim), sonra da gelip bu Mistralde masamiza kurulduk.
Bakin simdi hayal edin; cam agaclari altinda oturuyorsun (hatta koluna recine bulasiyor butun gece cikmiyor) , arkanda yat limani, onunde yuksekce bir platform uzerinde sahne, Atilla Demircioglu caliyor, fransizca parcalar soyluyor, hava mis gibi, (serbet gibi) tepende dolunay, onunde yemekler, etrafda sik ve latif insanlar, ayy ne kadar guzel bir aksamdi, yasamaniz lazimdi valla. Sonra sahneye “Eskici Bandosu” ‘ndan Ender de cikti, arkasindan oranin sahibi, (gecenlerde hurriyetin veya milliyetin ekinde hayati anlatilan enteresan adam) Orhan (yoksa Oktay miydi ??) Kitapci cikti, (adam mucit gibi, ters cevrilmis kova uzerinde sirik ve gerilmis iple kontrobas yapip aynen onun gibi ses cikartiyor), bir ara musteri-misafir olarak oturan Meric Koyatasi da gitar calip sarki soylemeye kalkisti ama fazla sarhostu beceremedi.
Ama Ender – Orhan - Atilla uclusu cok hos seyler calip soylediler, ayri ayri sololar yaptilar, herkes mest oldu. Gece gayet elegan, hos, neseli ve doyurucu bir sekilde sona erdi, bizde koyumuze donduk. Buraya bu sene motel insaati baslamis, herhalde setur isletecek, dolayisiyla gelecek yaza orada kalmak farz oldu. Deniz ve maalesef rutubetli havasi Datca’yi aratir ama oraninda ayri bir havasi vardir, ben zaten oldum olasi Marmaris’e bayilirim, hele boyle merkezden uzak yoreleri harikadir, cam ormani kokulari, bilumum otlarin kokulari yol boyunca bize eslik etti. Ben boyle bir hoşşş dondum oradan.

Datca’nin kekikleri meshur oldugundan bir de kekik bali yapmislar, zaten Datca denince bal, badem diyorlar. Bademli bir suru yemekleri var, o kadar cok badem agaclari varki, genis alanlardaki agaclarin ilkbaharda cicek actiklari zaman tepeden baktiginda kar yagmis gibi bir goruntu yarattiklarini soyluyorlar ve ilkbahar aylarinda oraya gitmenin ideal oldugunu soyluyorlar, bitki ortusu, cicekler, bortu bocek isleri falan gorulmeye degermis. O kadar cok degisik cicekler, agaclar varki, bence tabiatcilarin veya botanikcilerin calisma inceleme yapmasi icin harika bir bolge.

Bir aksam da baska bir Datca evine yemege davetliydik, Datca’nin diger ucunda yer alan Gokova Sitesinden yeni ev almis ev sahibi butun hunerlerini sergilemisti, yemekde davetli olan diger kisiler de Datca’ya cok daha eskiden yerlesmis, simdi adeta Datcali olmus bir ciftti, aksamin ilerleyen saatlerinde sohbet iyice koyulastikca, Datca’nin gecmisi ile ilgili bilgiler, Turk Yunan iliskileri, hemen karsidaki Simi adasi ile iliskiler, Datca pazarina her hafta feribotla gelip giden yunanlilarla kurulan dostluklar, ne kadar hayirli, vefakar insanlar olduklari, tarih boyunca karsilikli yapilan ziyaretler, Datca’nin yolu itibariyle uzak ulasilmaz oldugu zamanlar, oranin saki Turkiye degilde adeta yunan adasiymis gibi yasamasi, onlarla aramizin bu kadar iyi olmasi, simdi karsilikli festivaller duzenledikleri, daha sik ziyaretler yapildigini, daha bir suru de masalimsi hikayeler dinledigimi hatirlayinca cok hoss bir aksam yasamistik diyorum. Ustune de bonus olarak ev sahibinin eski usul gunesde durarak yaptigi kayisi receli de hediye gelmisti.
Orada yazlik evinde butun bir yazi hatta sonbahari geciren Istanbullular veya baska buyuk sehirlerden gelenler, bahcelerindeki bademlerini aliyorlar kirip ayiklayip hazirliyorlar, incirlerden yemedikleri bir cesidini (turlu cesit incir var) gunese serip kurutuyorlar kisa kuru incir hazirliyorlar, limonlar dallardan sarkiyor, simdi narlar olusmustur, mandalinalar kizariyordur. Ahh ah orada olmak vardi.
Ondan sonraki gunler yine denizle hasir nesir seklinde gecti ve tatil bitip isimize, evimize donduk aci gerceklerle yuzlesmek icin. Halbuki simdi agustosdan cok daha sahane gunler yasaniyordur Datcada eminim.
Bu arada yazmayi unuttum, Datca tepelerinde bir yerlerde Chateau Triopia diye bir butik otel yapilmis, gormeniz lazim. Turk ama Viyana da yasamis, esi de Avusturyali olan bir mimar yazmis, cizmis, insaa etmis simdi de isletiyor, ev degil, otel degil, manzarasi, havuzu, odalari, renkleri cok sahane bir yer yapmis, siteye girip bakin, bence de hangi mevsim isterseniz gidin deger. http://www.triopia.net/, keske sahibi bekar olsaydi.....
Bir de eski datcada yer alan ben oradayken satilik ilanini gordugumuz, Datca’nin en şık pansiyonuna sitesinden girip bir goz atin, bayilacaksiniz. http://www.dedepansiyon.com/
Artik, Mehmet Ali Pasa Konagini hepiniz biliyorsunuzdur, (gazetelere cok cikti) nefis, tarihi, sahane bahcesi olan biryer, bakiniz. http://www.mehmetalipasakonagi.com.tr/ , burada kal ve yasa !!
Seneye baska yorelerde bulusmak uzere....

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Merhaba,

Blogunuz çok keyifli. Bu yazınızda yeralan linklerinizde bir hata buldum. Düzeltmek istedim. Mehmet Ali Ağa Konağı (www.kocaev.com) Ayrıca yolunuz Datça'ya düşerse, Eski Datça Evleri'ne bekleriz. www.eskidatcaevleri.com

Klavyenize sağlık, iyi günler :-)