23 Aralık 2011

TAŞLAR

Yandaki fotoğraflarda görüldüğü gibi  deniz kenarındaki taşları çok severim. Hele dalgaların, suyun  sahile doğru gelip sonra tekrar geri çekilirken taşların çıkardığı birbirleriyle çarpışma,  kıpırdanma, oynaşma seslerine  bayılırım. Her yaz plajlardan taş toplarım, minik renkli, çok düzgün şekilli veya şeffaf gibi, veya hiç ummadığın renklerde taşlar. Bir müddet saklarım öyle yapıcam, böyle yapıcam şuraya koyucam, burada saklıyacam derim bir hal olur giderler, ertesi yaz yine toplarım. Zümrüt, Yakut, Turkuaz gibi kıymetli taşlara ayrıca bayılırım, kim zümrüt taşlı bir yüzük, yakut bir küpe beğenmez. Yine fotoğraflarda görüldüğü gibi yarı kıymetli veya doğal taşlarla, ara sıra yaptığım gibi incik boncuk dizmesine de  bayılıyorum. Tam konsantre olunca ne güzel kombinasyonlar meydana geliyor, hangi taşın yanına hangi rengi koyayım, neyin arasına neyi koyarsam daha iyi durur gibi insanı nasıl sürüklüyor nasıl oyalıyor ve arkadaşlara hediye edecek kolye, bilezik gibi şeyler çıkıyor. 
Bahçedeki taşları da seviyorum. Hani yol yaparlar, dekoratif şekillerde döşerler , çiçek ekilecek kısımları ayırmak için yaparlar, ne hoş durur. Beyaz çakıl taşları vardır, bazı arajman çiçeklerin vazolarını süsler, bazen saksıların üzerine koyarım hoş görünür. Sonra taş evleri çok severim. Hele yarısı taş, yarısı ahşap evlere bayılırım. Çok şık taş evler var hep hayalimde bir gün belki öyle evim olur. Fethiye yakınlarındaki kaya köyü ilk gördüğümde dilim tutulmuştu. Mübadele ile terk edilmiş eski Rum evlerinin hep taş evler olduğunu görünce gözlerimden yaş gelmişti. Hem onların hüzünlü hikayesi, hem de güzelim taş evlerin terkedilmiş, bomboş, ıssız bir halde durmaları yüzünden. Sonra Asos'da, Ayvalık'da daha bir sürü yerde ne zaman taş ev görsem içim gider. 
Amaaa safra kesesinde taş hiç hoş değilmiş. Sana verdiği ağrı, sırta vuran sancılar, mide bulantısı bir yana, ya kanala giderse, ya kanalı tıkarsa, ya sarılık yaparsa, ya öyle, ya böyle diye ihtimalleri daha çok fena. Yaz aylarında çektiğim sıkıntılar bu yüzdenmiş, Ekim ayında tesadüfen bir check-up sırasında ultrasonda gözüktü safra kesesinde taşlar inci gibi dizilmişler. Bana kalsa boşver dursunlar diyecektim ama bir gün bir sancı, bir kusma ile bana dünyanın kaç bucak olduğunu gösterince tamam ameliyata gidiyoruz dedim.
Bir telaş, bir korku, zaten tatlı olan canımın yıllar içinde daha da tatlılaştığını, resmen çocuk gibi korktuğumu, zaman zaman tir tir titrediğimi farkettim. Nasıl olacak, nerede olacak, yanımda kim olacak faslından sonra karnıma dört delik ile girip aldılar. Bunca yıl sonra safra kesesi ile vedalaştım, şimdi onsuz ne yaparım diye bakıyorum. Arkasından mideye de bir bakalım kontrol olsun dediler, endoskopi yaptılar. Bunu yapan doktorları kuytuda kıstırıp dövmek istiyorum, uyutucaz dediler ama doz az geldi herhalde,  her şeyi duydum, ben ki ağızına diş fırçasını sokamayan biri olarak ne çektiğimi tahmin edin. Neyse iyi ki bakmışız, midede polipler oluşmuş. Bu senenin stresinden Allah bilir birkaç ayda oluşturmuşumdur. Şimdi patolojiden sonuç bekliyoruz. İyi çıkacaklar, veya değil. Ya öyle kalsın diyeceğiz, ya da ben yine iyice uyutulacağımdan emin olunca endoskopi ile onları alın bitsin diyeceğim. Velhasıl belden aşağı bölgem pek hassas, pek hırpalandı, nekahat devresinde. Bu arada iyice zayıfladım, iyi oldu da, imkan olsaydı da araya bir de estetik sıkıştırıp şöyle karnımı gerdirip, yağları liposakşınlasaydık ne iyi olurdu hazır narkoz almışız. Kader, olmadı işte, ben sabahları yine yürüyorum, koşuyorum, form tutuyorum. Bu saatten sonra bare olanı koruyalım, daha iyisini getiremiyoruz. Aman dikkat edin, ama teşhis konduysa laparoskopi yöntemiyle ameliyat pek kolay 2 günde ayağa kalkıp evine gidiyorsun. Yeter ki kaçak taş falan filan olmasın, sonradan uğraştırmasın....

Hiç yorum yok: