24 Ağustos 2011

Teknede Düğün

Kınasını yaptığımız arkadaşlarımızın bu sefer düğünlerini de yaptık. Yine fedakar abla, yeğen, arkadaş üçlüsünün süslediği tekne de gelin gibiydi. Mor-beyaz tüllerle, kelebekler, fiyonklar, çiçekler, fenerler, mumlar derken pek şık olmuştu. Kabataştan misafirleri alan tekne denize açıldı, sohbet, kaynaşma, selamlaşma derken iki köprü arasına geldik. İki kıta arası, denizin ortası havanın kızılımsı renkleri, gün batımının en şahane saatleri, limonata gibi bir hava varken, gelin ve damat gayet şenlikli bir yürüyüş ile nikah masasına geçti sonra da şahitler. Bizler etrafta neşe içinde nikah kıyıldı, ilk dans yapıldı. Sonra bütün arkadaşların dansa eşlik etmesi, tebrikler derken aşağı salona yemeğe geçtik. Şık masalarımızda nikah şekerlerini gördük hemen, güzel kutular içindeki zeytinyağlı sabunlar tülden keselere konmuş içlerine de Mevlana'dan, İbni Arabi'den sözler, kısa şiirler yazılmıştı. Herşey neşe içinde, zevkle, iştahla sürdü gitti. Sonra yine yukarı çıkıp gecenin ilerleyen saatlerine kadar güzel müzikler eşliğinde dans ettik, gelin ile damadı oynattık, resimler çektik. Onların mutluluğu, çoşkusu, sevgisi, aşkları bizlere de bulaştı, harika bir gece oldu. Salonda, havuz başında, otelde, veya herhangi bir yerde bir sürü düğüne katılmışızdır, ama bu teknede düğün çok güzel oluyormuş, hele hava böyle şahane olunca. Tek mahsuru bazılarımızı tekne tuttu, dalga olunca veya beklerken, yoksa yol alırken iyi. O Istanbul'un kıyıları, ışıkları, manzara ne kadar güzelmiş, içindeyken göremiyor insan, böyle azıcık dışarıdan bakmak lazım ara sıra, misafir gibi, uzaktan, başka gözle, harika.....

Hiç yorum yok: