1 Ekim 2009

YAZ BİTTİ 3 -13 EYLÜL


Bu sene yaz mevsimini 2. memleketim dediğim Küçükkuyu'ya giderek açmıştım, kapanışı yine oradan yaptım. Aslında bu gidiş tamamen tatil amaçlı değildi, biraz yardım, biraz göz kulak olma, biraz deniz, biraz nefeslenme falan filan. Arkadaşımın annesine bakıcısı ile birlikte orada eşlik etme düştü bana. Orada kaldığım 10 gün için belki iki ayrı roman yazılır, hani bende o kabiliyet olsa yaşadığım olayları, hayal gücünü de katarak genişlet, işle yaz ne hikayeler çıkardı. Kendi annemi erken kaybettiğim için senelerdir tanıdığım arkadaşımın annesine kendi annem olsaydı ne yapardım, nasıl olurdu gibi gözlerle bakıp onun yerine koyduğum durumlar, ona bakmak için yanımızda bulunan hemen hemen benimle yaşdaş iyi kalpli, merhametli ve çevik bir Gürcü bir kadın ve aslında pek uslu olduğu söylenen ama evden dışarı çıkarılmayan dolayısıyle obez olmuş oyun isteyen, bana göre pek uslu olmayan bir kedi ile başbaşa günler. Bilenler bilir benim kediden korktuğumu, şu son birkaç aydır bu korkumu yenip onlarla aynı odada durduğumu, hala katiyen elleyemediğimi falan fikan. Tatilciler, okullar yakında açılacak, haftaya bayram gibi nedenlerden dolayı motelleri boşaltmış, kimisi evlerini kapatmış dönmüş, kimisi dönüş hazırlığı içinde. Bu yüzden çevre pek sakin sessiz, etraftaki motellerde az müşteri kalmış, iskeleler boşalmış, deniz hep çarşaf gibi, sadece balıkçı motorları ortalıkta, ağ atmalar, ağ toplamalar, onların üzerinde çığlık çığlığa martı sürüleri, güneş hiç acıtmadan yakıyor, sanki kemiklerini ısıtıyor, ama akşamları bayağı serin oluyor, güzdüz mayoyla, şortla gezerken akşam hırkalar çıkıyor, geceleri mehtap nefis, üzüm incir çoğalmış, güzelim domateslerin enn şahane zamanı. Sabah 7.30 - 8.00 gibi kalkıp doğru denize giriyordum, hem uyanma açılma, hem spor olsun. Kimsecikler yok, dümdüz göz alabildiğine uzanan denizde bir tek ben, o baştan bu başa yüzdüm durdum. Sanki deniz ve hava birleşmiş, başka hiçbirşey yok ve içinde de sadece ben varım, öyle başka bir duygu ki anlatmak zor. Bana pek iyi geldi, zaten su, deniz, yüzmek bana hep ilaçtır, herşeyime, her yerime şifa.
Evde 80' ine gelmiş ama hala kafası cin gibi olan, pek fazla konuşmayan ama konuşunca lafı tam yerine oturtan, senin, anlamaz belki veya duymamıştır, veya bilemez şimdi gibi bir sürü ön yargılarını bir anda yerle bir eden, içindeki mücadeleyi hiç bırakmayan, vücudum yetmiyor ama isteklerim var hala, ahh şu kalbim, tansiyonum izin vermiyor ama bir verse daha neler yaparım ben, hisleri içinde olan, hep kazanma hırsı ile dolu, yemek, uyku, veya diğer yapılacak işlerin hep bir program dahilinde, saatlerinin şaşmaz düzenler içinde yürümesini isteyen ve yapan bir hanım. Kahvaltı, öğle yemeği, 5 de çay saati, akşam yemeği, yatma saatleri gibi, herşey tıkır tıkır olmalı. Kulakları çok ağır işitiyor, kulaklık var ama bazen hiç para etmiyor o zaman söylemek istediklerinizi kağıda yazarak okutuyorsunuz ve tepkisini veya yorumlarını bekliyorsunuz. Bu da seni daha sabırlı, daha anlayışlı, daha soğukkanlı yapıyor. Hele benim gibi tez canlı pratik bir insan için ne eziyet! mi diyeyim, ne test! mi diyeyim. Gün boyu meşgul etmek için, tv seyretme, hafif kitap okuma, lif örme gibi seçenekler bitince (hoş bitmese de illa) günde 3 defa kastet denilen bir iskambil oyunu oynuyoruz, bilenler hatırlar, bayağı bir göz ve kafa işletmek isteyen bir oyun, masaya kağıtlar yayılıyor onu oradan bunu buradan devamlı değiştirerek açıyorsun falan filan. Nasıl bir dikkat ve takip etmektir, nasıl bir bakış ve görmedir, nasıl bir kazanma arzusudur, her seferinde elindeki çift jokere rağmen bitmektir. Bana da elimde patlayan sayıları yazmak düştü her seferinde. Neyse bu süre sonunda sağ salim Ankara'ya ulaştırdık ve pek memnun mesut ayrıldık. Bir de bana günde 3 defa neden hala birini bulamadığımı sormasaydı ne iyi olacaktı....

Insan yaş aldıkça şefkat hisleri artıyor, olaylara daha başka gözlerle bakıyorsun, hemen ben böyle olayım veya böyle olmayım inşallah düşünceleri geliştiriyorsun, kocaman oldukları halde nasıl çocuk gibi olduklarını gözlüyorsun. Bazen ayy gençliğinde kimbilir nasıldı diyorsun (eksi, artı manada) bazen de Allahın bir bildiği var, bu insan denilen yaratığın ne muhteşem bir plan program sonucu olduğunu görüyorsun.
Bu hisleri ben bir bebeğe bakarken de hissetmiştim, o gerçekten bambaşka bir duygu, bir bebek karşısında çözülüyorum, elim ayağım birbirine dolanıyor, aklım, hislerim, düşüncelerim, yapabilirliliğim veya beceriksizliğim seller sular nehirler gibi çoşup taşıyor, tutulamaz oluyor. Ama merhamet ve sevgi duygusu nasıl şekilleniyor, nasıl vücut buluyor, seni nerelere götürüp nerelere getiriyor çok güzel anlıyorsun.

Yeğenlerim olunca etrafdaki çocuklara bir başka gözle bakmaya başlamıştım, abim askere gidince askerlere başka türlü baktım, aile büyüklerini kaybedince anne baba figürleri gözümde başka türlü oldu, akraba veya tanıdık yaşlıları gözlemlerken başka şeyler görmeye başladım. Velhasıl hayat hergün yeni bir tecrübe, yeni bir bakış, görüş açısı getiriyor insana. Önemli olan iyi bakmak, baktığını görmek ve kalbini her zamankinden daha fazla şefkat, merhamet, sevgi, saygı gibi yumuşacık hislerle doldurmak artık.

Hiç yorum yok: